Uzun bir yol yürüyorum. Ucu bir uçuruma çıkıyor. Yürüdükçe dişi bir yaratık görmeye başlıyorum. Yüz hatları belirmeye başlıyor. Yaklaştıkça sakladığı kanatlarının uçlarını görmeye başlıyorum. Korkmuyorum. Ölüme yürür gibi bir tavır var üzerimde. Hissettiğim duygular bunlar. Daha önce bir çok kez intihar etmiş gibi hissediyorum. Uçurumlara yabancı olmadığımı o an anlıyorum. Ölüm ve ben pek de yabancı değiliz. Bir çok kez ölmüş olabilirim. Ruhum bir fahişe ile aynı durumda resmen. Bir çok kez sevişmiş olabilir. Bir uçurum, devrilmek üzere bir sandalye veya engin bir denizle fuhuşuna renk katmıştır belki de. Kim bilebilir? Önüme bir çukur çıkıyor. Olduğum yerde duruyorum bu defa. Parmak uçlarımı görebiliyorum. Ayaklarımın çıplak olduğunu o an anlıyorum. Cebimden sigaramı almaya yeltendiğimde, çırıl çıplak olduğumu fark ediyorum. Başımı uçuruma dikiyorum. Yaratık hâlâ orada dikiliyor. Ayak uçlarında kıyafetlerim var. Cebimden çıkardığı sigarayı bana doğru uzatıyor. Önümdeki çukuru önemsemiyorum. İtaat eder gibi yavaş adımlarla ona doğru yürüyorum. Etrafımdaki papatyaların kokusunu burnumda hissediyorum.
”Ölüm çiçekleri.” diyorum içimden. İntiharımdan sonra hatırlayacağım tek güzel şey papatyalar oluyor. Bir tebessüm belirir gibi oluyor dudak uçlarımda. Uzun zamandır mühürlü dudaklarım acı ile kıvranıyor. Ben yürüdükçe uçurum daha bir yakınlaşıyor. “Ölüme bir adım daha yakın, yaratığa bir adım daha yakın.” diyorum. Kendimi olduğum yere bırakır gibi oluyorum. Ölüme yaklaştıkça; dizlerim titriyor. Kararlılığımdan ödün vermiyorum. Kır papatyaları bana cesaret veriyor.
“Az kaldı…” diye fısıldıyorum.
“Tüm ağrıların. ” dinecek. Daha da artıyor. Boşluğum sanki yırtılıyor. Koşmuyorum. Ama nefes nefese kaldığımı uzaktan görsem anlarım. Sadece üç adım var. Ölüme, yaratığa ve sigarama.
“Bir, iki, üç!” diyorum.
“Az kaldı.” Dizlerim nemli toprağa değiyor. Başımı kaldırıyorum. Gözlerimin içine bakıyor. Sanki dudakları hareket ediyor.
“Az kaldı.” diyor. Ellerinin boğazıma yapışmak için can attığını biliyorum. Ölüme bu kadar hevesli olduğumu bilmese bir an duracağını sanmıyorum. Arkama bakıyorum. Kır papatyalarını yavaş yavaş boyunlarını büküyor. Sanki benimle birlikte ölüyorlar.
“Benden önce ölmeyin. ” demek istiyorum. Ölüyorlar.
“Tamam, ayağa kalkmalıyım artık.” diye fısıldıyorum. Tırnaklarımı nemli toprağa geçiriyorum. Taze yağmur kokularını hissedebiliyorum. Ayağa kalkıyorum. “Bir, iki ve üç!” dediğimde; sigarayı uçurumdan aşağı atıyor. Bağırıyorum. Çığlıklarım kendi kulaklarımda yankı yapıyor. Kulaklarımdan yanaklarıma doğru sıcak sıcak sıvılar akıyor. Hissedebiliyorum. Elimi kulağıma götürüyorum. Artık orada yoklar. Telaşla avuç içlerime bakıyorum. Kırmızı, şehvet uyandırıcı bir sıvı parmaklarım arasından toprağa damlıyor. Avucumda biriken kanları içmek ister gibi gözlerimin içine bakıyor.
“Sen bir kurbansın… ” diyorum kendi kendime. Bir ölü gibi hissediyorum. Hava sıcak ama tenim buz gibi. Ruhum artık bedenimde yok gibi. Uçurumun kenarına iyice yaklaşıyorum. Sigaramı görebiliyorum. Orada, beni bekliyor. Ona kavuşmak için can atıyorum. Ölüme peşinden atlıyorum. Sigarayı parmak uçlarımda hissettiğimde; evimin penceresinde güneşin doğduğunu görüyorum.
“Günaydın. ” diyorum.
“Günaydın ölüm…”