Ayakkabılarını hızlıca ayağına geçirip dışarı fırlayabilecek kadınlardan değildi Zehra. Makyaj yapmalıydı, gömleği hep ütülü olmalıydı, zayıf olmalıydı, anladınız işte “güzel” görünmeliydi. Kaldırım taşlarını sayardı ince topuklu ayakkabılarıyla yürürken. Etrafta kim var kim yok umursamazdı, herkesin gözünün üzerinde olduğunu bilirdi neticede. Nice kıllı göğsünden erkeklik (!) fışkıran adamın gönlünü yakmıştı da, hiç oralı olmamıştı.
Görüntüsü kadar ruhu da o kadar yapaydı ki bir adama gönlünü veremeyecek kadar naif ve güzel bulurdu kendini.
Cilveli davranırdı, kırıtarak yürürdü, şen kahkahasındaki cazibeyi hissettirmek zor değildi onun için. Böyle bir kadın olmanın zorluklarından kibirli bir tavırla bahsedip başka kadınları sinirlendirmeye bayılırdı. Aslında tek yaptığı içindeki kırgın kız çocuğundan uzak tutmaktı herkesi.
İnce sigarasını bordo ojeli parmaklarının arasına alır gerçek bir şeylere inandığı zamanları düşünürdü bazen, sadece o zaman bütün bu sahteliğinden sıyrılıp, gerçek bir kadın olurdu.
Hayalleri vardı vakti zamanında, aradığı bir yol vardı, ya da amacı yolda olmaktı. Günlerden bir gün, sıradan günlerden bir gün; yaptığı ve tırnaklarını kazıdığı her şeyin koca bir hiç olduğunu fark edip kendini tatmin edilen olmaya vermişti. Böyle mutluydu.
Zeki kadınların harcanmamak için sahte bir kılığa bürünmesi gerektiğini savunurdu. Büründüğü sahtelik kendisini ele geçirirken o yine ince topuklu ayakkabılarıyla kaldırım taşlarını sayardı.