Bölüm -1-
Sessizliğin avaz avaz kendini belli ettiği bir geceydi. Adam kalktı oturduğu sandalyeden, kapının arkasında asılı duran siyah poşetten çıkardı toplu aldığı ucuz tütününü. Hep öyle yapardı zaten, toplu alınca ucuz ama daha bi tatsız olurdu. Yaktı ucuz tütününü derin bir nefes aldı sigarasından, nefes diyorum çünkü oksijen solumaktan daha çok tütün soluyordu son zamanlarda.. Hayallerini umutlarını yinelerdi her gece ve her defasında yarın mutlu olacağına inandırırdı kendini. Oysa kuytusuna biriktirirdi yine tüm deneyişlerini…
Başlangıcı düşünüyordu sigarasını ciğerlerine çekerken. Her defasında hevesle sarıldığı yeni şeylerin nasıl başladığını ve ne denli bu kadar hızlı yok olduğunu. Sonra “Yokluk” dedi, bir şeyin olmaması, eksiklik, ulaşılamayan şey.. diye de devam etti cümlelerine. Sonra o eski cam küllüğünde yanan sigarasına baktı. Duygu karmaşasındaydı, kafasında yokluğu tartıyor hayatındaki tüm yoklukları düşünüyor ve o yoklukların elinde var olduğu zamanları anımsıyordu. Varlığında hiçbir değere sahip olmayan şeyler neden olmadığında bu denli kafasını kurcalıyordu?
Mutfağının bir köşesinde küçücük mavi renkte eski bir radyosu vardı. Kalktı oturduğu boyasız, cilasız tahta sandalyesinden açtı radyosunu. Hissedebiliyordu bilinçaltında bir şeylerin yanlış gittiğini ve hatta yavaş yavaş delirdiğini. Sesi sonuna kadar açtı adam hüzünlü bir parçaya denk gelmişti, dinlemek için değil de beyninden geçen her fikri, dilinden dökülen her cümleyi bastırmak uzaklaşmak istiyordu kendinden. Bir ara kulağı radyoda çalan şarkının bir sözüne ilişti “Olmuyor ne yapsam olmuyor bu kaçıncı ayrılık akşamı” diyordu naif bir sesle sanatçı. Bu söz tam da onu anlatıyordu hatta o an umutsuzluğundan, düşüncelerinden kaçmak isterken böyle bir söze denk gelmesinin ne kadar da trajikomik bir durum olduğunu farketti. Acı bir gülümseme belirdi yüzünde, kendine acırcasına kendiyle dalga geçercesine savurdu gülümsemesini. Çaresizliğini hatırlatan o şarkı sözcükleri.. Adamın hayatta ki şansı da böyleydi işte, bir şeylerin varlığı en olmadık zamanda en unutulmak istenen zamanda böyle karşısına çıkıyor yakasından düşmüyordu…
Uyandı adam. Bedeni hala bıraktığı gibi mutfaktaki masasındaydı. Kafasını kaldırdığında güneşin camdan süzüldüğünü ve bugün de sıcak bir gün olacağını düşündü. Gözlerini açmakta zorluk çekti bir süre.. Saat 08:23’ü gösteriyordu, çalışmakta olduğu o sıradan sevmediği işine bir an önce gitmeliydi. Yarı uyku haliyle kalktı sabahladığı o eski sandalyesinden ve alel acele giydi üniformasını attı kendini sokağa. Şimdi o her gün hayretle ve küçümseyerek baktığı insanlar gibi koşuşturmaya başladı. Hep sorgulardı insanları. İnsanların şu hayattaki çoğu çabalarını da saçma bulurdu. Bir yandan hızlı hızlı yürüyor bir yandan da gömleğini pantolonunun içine almaya çalışıyordu. Nihayet o sıkıcı işine varmıştı adam, yine kapıda her gün olduğu gibi güvenlik görevlileri bekliyor ve keskin gözlerle etrafa bakıyordu. Sessizce girdi içeri ve masasına doğru yöneldi saat 08:56 yı gösteriyordu.
Bugünde herkes mutluluk yalanlarını etrafa saçıyor ve her şeyden memnun olduklarını gösteren yapmacık neşesini adamın gözüne sokarcasına tekrarlıyordu. İnsanların hiçbir şeyi umursamadığından mı yoksa bir şeyleri umursadıkları için mi bu kadar mutlu gözüktüklerini anlamaya çalışıyordu. Eğer umursamıyorlar ve umursamadıkları için bu kadar mutlu olabiliyorlarsa bunu nasıl yapıyorlardı? Veya tam tersi her şeyi umursayıp kabullendikleri için mi mutlu olmayı başarıyorlardı? İkisi de saçma geliyordu adama. Aslında bu fikrini hayata da geçirmişti geçmiş bir zamanda. Hiçbir şeyi kafaya takmamayı denemiş ama o zaman da derin bir boşluğun içine düşmüştü. İlk deneyişi şöyle başladı: Kimseyi umursamıyor, dikkate almıyor ve sadece gündelik işlerini yaparak gereğinden fazla düşünmeden mutlu olacağını düşünüyordu. Ne yazık ki bu plan onu mutlu edememişti. Çünkü bunu düşünürken, hayal ederken bile kendini yoruyor, kısıtlıyor, aslında kendi olmaktan uzaklaşıyordu ve bu durumdan da mutlu olamıyordu. Birinci başarısızlığından sonra diğer planını devreye sokmuştu. Her şeyi umursamaya başlamış ve en ince ayrıntısına kadar hayatına etki eden tüm olgulara değer yüklemeye başlamıştı. Bu plan da onu her şeyi düşünmekten, her anını beynini yorarak geçirmekten alı koyamamış ve başka bir işe de yaramamıştı. Hem Dünya’da var olmasının bir sebebini arıyor hem de her ne kadar bu sebebi bulamasa da mutlu olma içgüdüsüyle hayatına yön vermeye çalışıyordu. Bu doğrultuda hayatı da böyle büyük bir ikilemin içerisinde kalmıştı. Çalışmak, sigara içmek ve uyuyakalmak gibi saçma sapan bir üçgende dönüp durmuştu.
Sonunda akşam olmuş ve neyse ki işten çıkma vakti gelmişti. Önündeki bilgisayarı kapattı ve sessiz adımlarla çıkışa doğru yöneldi adam. Dışarda bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor ve çalışan herkes evlerine gitmek için yağmurun dinmesini bekliyordu. Adam kibar bir sesle yol istedi. İnsan yığınının arasından geçerken cebinden ucuz sarma sigarasını çıkardı ve kapıyı açmadan yakıp avucunun içerisine saklayarak binadan o yalnız sokaklara uzandı. Yağmuru hiç aldırış etmiyor hatta umarsız bir tavırla her zamankinden daha yavaş yürüyordu. Üzerine düşen her yağmur damlası adama tahmin edilemeyecek kadar sakinlik sağlıyor belki de hiç bir şey düşünmemenin hazzını yaşatıyordu. Birkaç sokak böyle sakinlikte yürüdü adam. Bir siren sesi tüm dikkatini, tüm rahatlığını bozdu. Kafasını çevirdiğinde bisiklete çarpan bir taksi görüyordu ve üzeri çöp poşetiyle kapatılmış bir cansız beden… Bir an duraksadı uzun bir bakış attı ve o an o yağmurun verdiği huzur yerini tekrar düşünce çukuruna bıraktı. Yerde yatan cansız bedeni düşündü. Acaba o beden bugünkü kaza hiç yaşanmasaydı hayatına yine hiç ölmeyecekmiş gibi mi devam ederdi? Ve ya şuan tekrardan ikinci bir şans ile yaşamaya devam edebilse bir gün o güneş ışığını sonsuza dek unutacağını, kendini unutacağını acaba nasıl kabullenirdi? “İşte bu kadar basit” dedi mırıldanarak. Bir hayat, bir yaşamın yok oluşu, binlerce gerçekleştirilmemiş yaşanmamış hayallerin yok oluşu İŞTE BU KADAR BASİT! Saçma ama bir o kadar da gerçekti. Trajikomikti, mantıksızdı. Birkaç adım daha atarken yavaşladı, beyninin içindeki her düşünceyle yine galibinin belli olmayacağı bir savaşa girdi.. Ya sahip olduğun tek iş bu yıl sahip olabileceğin tek işse? Ya sahip olduğun her şey, sahip olduğun tek şeyse? Başka bir şey elde edemeyeceksen? Ya bize daha fazlasını vermezlerse o zaman ne yapacağız?
Nihayet o kadar uzun ve beynini sonuna kadar yoran bir yürüyüşün sonuna varmaya yaklaşmıştı. Uzaktan oturduğu küçük binanın kapısını görmüştü. Yaklaştı kapıyı itti gıcırtılı bir sesle açtı giriş kapısını. Yaşadığı apartmanın merdivenlerine yönelirken sahip olduğu son dairenin bile yıllardır içinde boğulduğu bu binada olduğunu düşündü.. Belki yaşamı ve çabasıyla ileri de daha iyisinde yaşayabilecekti, belki de daha eski bir daireye sürükleyecekti hayat onu. Bilemiyordu zaten bilmekte istemezdi. Şu zamana kadar merak ettiği, düşündüğü, araştırdığı her şey adama zarar veriyor onu derin düşünce kuyularına sürüklüyordu.
Her gün olduğu gibi yine mutfağın bir köşesine sinmiş yalnızlığıyla boğuşurken bugünün de tekrarını yaşıyor gibiydi. O sağnak yağmurun verdiği huzur, siren sesinin hissettirdiği duygu, beyninin içinde ona her zaman karşı gelen fikirler… Bugün her zamankinden farklı olarak birkaç saat içinde farklı duygular yaşamış olmak, olayların istikrarlı bir şekilde peş peşe gelmesi bu nasıl bir kaderdi? Yağmurun altında nadir de olsa yaşadığı o rahatlama hissi bile uzun sürememişti. Şuan kadere mi lanet yağdırmalıydı yoksa daha uzun süre huzurlu olabileceğini düşündüğü için kendine mi kızmalıydı?
Tütününün o ağzında bıraktığı acımsı tadını gidermek için kahve yapmaya kalktığı zaman dışarıda yağmurun tekrar başladığını duydu. O eski ve kirli mutfak camına yağmur damlaları vuruyor, rüzgarın etkisiyle sert vuran yağmur damlalarını izliyordu. Cama yaklaşıp dışarı baktığında her gün gördüğü otomobillerin bile aynı yerde park ettiğini görüyor her şeyin tek düze devam ettiğini farkedebiliyordu. Bir süre o boş sokakları, o karanlıkta her gece sokakları aydınlatan eski sokak lambaları izlemeye devam etti…
(Devamı için şuan kurgu planlıyorum, umarım eksik haliyle beğenirsiniz)