Önce “oku!” diye emretti. Yaradan’ın terbiye ediciliğinin,”Rabb” olduğunu destekler mahiyette okuduğunu,okuduğundan anlayabildiğini yazması için kaleme yemin etti.Okumak ve yazmak;iki ayrılmaz ibadet…Kulluğun doruğa ulaşmasında iki özel terbiyeci…Ve edebiyat;bir ilim olduğu kadar terbiye,nezaket,zarafet,haddeden geçip kıvama erme,bir yaşama üslubu,insanın kalbi ve ruhi hayatının inkişaf ettirilmesine vesile bir amel…
İnsan okuduğu kadar bilir,bildiği kadar yaşar,yaşadığı ölçüde yazar diye düşünüyorum.Ya da yazmak okuduklarından süzülen hayatı yaşamayı vazgeçilmez yapar.Çünkü “ağzımdan kaçtı dersin de kalemimden kaçtı” diyemezsin.Kalemin yazacağı kolay kolay silinmez,aşınmaz,yıpranmaz.Hafızaya kazınır kalır.Belki de bundan dolayı Allah her şeyi en ince ayrıntısına kadar bildiği halde yine de kalemle yazdırır meleklerine;kalemde Rabb isminin tecellisi..
Belki de bu yüzden her yazmak istendiğinde yoğun duygu travmaları yaşanır.Haftalık yazı zamanı yaklaştığında yazarın karnına giren sancı,etrafındaki herkesi rahatsız eder.Kendi kendine konuşur,bir noktaya dalıp gider,kaleminin,defterinin(şimdilerde artık bilgisayarının ve klavyenin oldu) kokusu burnundan gitmez.Nadiren hariçten konular çıksa da genelde konusu belli olduğu için çalışma masasının üzerine yığılan kitaplar,kaynaklar,notlar…
Ortalarda dolaşırken ,aklı başında kalmadığı için hemen anlaşılır doğum sancısının tuttuğu,anlaşılmalı da..Anlayış gösterir birlikte yaşadığı insanlar,göstermeliler de…Aslında doğumda kişinin yanında birileri olmalıdır ama bilirler ki onu tutan sancı tek başına yapması gereken bir doğumun sancısı.Bu doğumda ebe ;kalemi ve defteridir yahut bilgisayarı ve klavyesi…Sancının artmasını sağlayacak olan da masadaki ilgili destek kuvvet ve ruhunun ıstırabı.Saatler sürecek bir sancı çekme pozisyonu başlar artık.Ta ki içine sinesi yazdığına ikna olana kadar.Bir de teslim etti mi en az iki gün sakin ve normal bir hayata döner sorumluluğunun bilincinde olan yazar.
Ama eğer sancı o anda yaşadığı bir hadiseden,duygulu bir andan,ibretlik bir sahneden ibaret ise o zaman durum değişir.Deneme mi,hikaye mi,şiir mi olduğuna göre de şiddeti söz konusudur.Artık kaç gün sürerse…İlham melekleri kalemden oklarla hiç rahat bırakmazlar yazmak aşığını.Sığınacak bir kuytu arar an be an.Çünkü en güzel yazılar kendisi ile baş başa iken çıkar.Yatağı diken olur yatamaz,gecesi zindan olur dinlenemez.Ağzının tadı kaçar.Sağının solunun,kitaplarının,masasının,odasının tabanının tozunu almakla koyulur işe bazıları.Bir tutam yeşil çay ile bir tutam siyah çayın sıcak buluşması ruhunu dizginler.Morarmış göz altları,kıpkırmızı olmuş uykusuz gözleri ele verir ıstırabını.Kolay olmaz bu doğum.Yıpratır.Yakar.Tüketir.Terbiye eder yani…
Önce okumayı emredip sonra kaleme yemin eden yüce kudret kulunun hangi dilden anladığını bilmez mi? Aşk..Kalemle kağıdın aşkının gönüllere doluşan tecellisi…
Ve aşk lugatinde en birinci makamın sahibi şiir…Eğer şiir yazacaksa kalemi tutan ruh,belli ki mazmun,mana ve mefhumlar önce iç derinliklerinde buğu buğu buharlaşıp “çiy” noktasına ulaşacak ve sonra da dupduru yağmur damlacıkları halinde sayfanın bağrına dökülecektir kelimeler.Ve gecenin sessizliğini bu yağmurun damlaları bozacaktır ki çekilen sancının bir anlamı olsun…
Eğer hikaye yazacaksa ;her bir kahramanının ruh haline bürünüp kimlik değiştirmek durumunda kalacaktır.Tamamlayıncaya kadar hikayenin geçtiği mekanlardan,zamanlardan gelemeyecektir gerçek hayata.Hikaye tamamlanınca da artık ne zaman asıl kendisi olabilirse…
Deneme yazacaksa ,deneyip deneyip değiştirecektir cümleleri,paragrafları..Kelimeler kendisine yer beğenip de yakışığı ortaya çıkıncaya kadar sürecektir bu mücadele.Merak ve araştırma ruhunu canlandıracak labirentler ,yazı bittikten sonra derin bir “oh!”çektirecektir yazana.
Neden mi bunca çile?Çünkü ; iyiliği emredip kötülükten alıkoyma yolunda en kestirme adres.Hani kalemimden kaçtı diyemiyoruz ya,kırmadan dökmeden,incitmeden hak ile batılı anlatma kabiliyeti yani.Rabbin terbiyesinin hüneri..Ömrünün sonuna kadar “oku” emrine amade olmanın kısa yolu.Rabbini bilmek adına kendini bilmeye götüren kısa yol..”Yazmak…”Dolayısıyla hakaret,zulüm,haksızlık etmek için yazılanlar ya da yazmaya çalışmak sadece kalemin ve kağıdın,okumanın ve yazmanın hakkına girmektir. “Ediplere düşen odur ki,bütün sanat kabiliyetlerini her zaman hakkın,iyinin ,güzelin emrine vererek tabii çırakları sayılan kitlelerin ruhlarını batıl tasvirlerle yaralamasınlar,onların saf düşüncelerini mülevves hayallerle kirletmesinler ve nefsanilikleri resmederek onları cismaniyetin azat kabul etmez köleleri haline getirmesinler” der edep sahipleri.Bunun hesabı zor olsa gerek.
Birbirine en çok yakışan ikili,insanı en kestirme yoldan terbiye eden tecelli;okumak ve okuyabildiğinden anladığını yazmak…Nam-ı Celili’nin ulaşacağı en son noktaya ulaşma gayreti.Emekliliği olmayan sanat.Ömrünün sonuna kadar hatta öldükten sonra bile yazmış olduklarıyla Rabb’ın terbiyesinde kalmak hüneri… İnsanlık tarihi boyunca bütün söz üstadları,hem bir kuyumcu hassasiyetiyle,kelime cevherlerinden ne beyan takıları,ne söz gerdanlıkları hazırlayıp bize armağan ettiler de,belli ölçüde de olsa biz şimdi o zenginlikle kendimizi ifade edip duruyoruz.Demek ki okumak ve yazmak başlı başına bir hayat biçimidir ve hiçbir dünyalık karşılığı olamaz.
İşte bu yüzden her okuduğumuz kendiliğinden kalemle buluşturur parmaklarımızı.Ve bu terbiye ile havada uçuşan kelimeler dizayn olur,düzgün terbiye edilmiş cümleler halinde kulluk hanemize yazılır.Ve belki bu yüzden insan ömrü boyunca ne ile uğraşırsa uğraşsın,söz ve yazının yerini hiçbir şey dolduramayacaktır.
İnsana okumayı emredip sonra da kalemle yazmayı öğretene sonsuz şükürler olsun…