Sanırım bu defa Allah belamı vermişti. “Ona dokunmayın, ona dokunmayın” diye bağırıyordum. Ağzımda biriken kanı yere tükürüp son kez gözlerine baktım. DAN!
Üniversiteyi bitireli dört yıl olmuştu. Ne bir işim, ne de geleceğe dair bir kaygım vardı. Mahallede aylak aylak dolaşmaktan başka pek bir şey yaptığım söylenemezdi. Bir iki tane benim gibi eleman bulmuştum. Sorsan birbirimiz için canımızı bile verirdik ama lafta işte. 2 dal sigara için geçen gün Sarı’nın bacağına sokulan bıçağın üzerindeki kan kurumadı daha. Haa, her ne kadar böyle çoğunun dediği gibi ipsiz sapsız görünsek de mahalleliye bi yamuğumuz olmazdı. Hepimizin dertleri vardı; bu dertleri dert etmiyorduk sadece. Çoğumuzun kafası hep kıyaktı. Geçenlerde bir madde soktular mahalleye, millet delirdi amına koyim. Kendini ambulans sanan mı dersin, helikopter olup üçüncü kattan aşağı atlayan mı dersin ne ararsan var. Hemen ertesi gün bi konsey topladık, satan elemanın peşine yazıldık, sıkıştırdık inşaatın birinde. “Kimsin lan sen?” diyordu herkes. “Kimsin lan sen!!” Eleman devamlı “Abi ben Ümit.” diyordu ama nafile. Sormaya devam ediyorlardı. “Kimsin lan sen, kimsin oğlum!” , “Ben Ümit abi.” En sonunda vaziyeti elemana ayıktırmak için çektim karşıma. “Lan.” dedim. “Geçen bizim Lastik Harun’a o dalgayı sen mi sattın?”
“Lastik Harun kim abi?” dedi.
“Bırak lan numarayı şerefsiz. Öldürecen mi lan bizi orospunun evladı?”
“Abi.”
“Kes lan, abinin amına koyarım.”
Sonra Lastik Harun duvardan atlayarak yanımıza geldi. “Bu muydu lan?” dedik. “He abi buydu valla.” dedi Lastik. Bütün delilleri aleyhinde toplayan elemanı bi temiz dövdük. Baktık kulağından kan gelmeye başladı. Toplamda 9 kişiydik, anında 5’i arazi oldu. İbnenin evlatları. Harun’a seslendim. “Noldu lan şuna bi bak.” diyip bir sigara yaktım. Harun çocuğun bileğini eline aldı bir dakika sonra falan “Abi nabzı atmıyor.” dedi. Sigarayı ağzımdan çekip yere fırlattım, “Ölmüş mü lan?” dedim. “He abi ölmüş galiba.” dedi. “Çabuk lan tutun şunun ayaklarını.” dedim. Çocuğu elli metre kadar taşıyıp asansör boşluğuna bıraktık. İnşaatın önünde çeşme vardı. Eline kan bulaşanlara yıkamasını söyledim. Sonra dağıldık.
Hepimiz gamsız orospu çocuklarıydık. Bir hafta geçmesine rağmen, biri bile adının Ümit olduğunu öğrendiğimiz herifin lafını açmadı. Mahallede her şey olağan seyri ile devam ediyordu. Hatta fazla sakindi.
Bana ‘mektepli’ derlerdi mahallede. Aralarında üniversiteyi bir tek ben bitirmiştim. Aslında çoğu lise mezunu bile değildi. Ama olsundu. Hemen hemen hepsini seviyordum. Bazen çok saçma sapan muhabbetler dönerdi. Önceleri tahammül edemezdim ama sonradan alışıverdim. Okuduğumdan ötürü mü, babamın mahalleli tarafından saygı duyulmasından mı artık bilemeyeceğim bir sebepten bana değer veriyorlardı. Mesela bana sigara uzatırken birbirleriyle yarışırlardı. Hoşuma da gidiyordu aslında. Her neyse. Yine arkadaşlarla takıldığımız bir gün canım sıkıldı, eve yollandım. Harman kalmışım zaten sinirliyim, bir de babam dövdü eve girer girmez. O sıralar köteği arttırmıştı. “Ulan eşek kadar adam olmuşum hala dayak yiyorum.” dedim, patlak bir dudakla dama çıkarken. Bi sigara yaktım. Bizim ev 2 katlı eski dandik bir evdi. Mahalle de dandikti zaten, çok güzel yakışıyorlardı birbirlerine. Hani kalkıp buraya bir apartman diksen şerefsizim ikinci gün yıkmak istersin. Öyle sırıtır, öyle rahatsız görünür ki… Hani su şişesinden ayakkabı yapan Afrikalı çocukların içine salınan sarışın renkli gözlü kız çocuğu gibi kalır o kadar diyim. Onun için devlet buralara hiç el atmaz. Bilirler ki ne zaman iş makinesi görünse anında mahalle ayaklanır. Çocuğunu kesmekle tehdit eden mi dersin, iş makinelerinin önüne yatan mı dersin, sinesini parçalayan yaşlı nineler mi dersin. Ne ararsan var. Ruh hastası olduk bu amına kodumun yerinde.
Damda sigaramın son nefesini çekerken karşı eve gözüm takıldı. Flüt sesi geliyordu. Gözlerimi kısıp dikkatlice baktıktan sonra flütü üfleyeni de gördüm. Asma dallarının arasında arkası bana dönük vaziyette saçları dümdüz beline kadar inen bir kız. Çevresine toplamış iki üç kişiyi, onlar söylüyordu bu da üflüyordu. Lan bizim mahallede yan flütün ne işi var? Vururlar lan adamı. Hemen annemin yanına koştum. Canım benim yine bulaşık yıkıyordu. Elleri buruş buruş olmuştu.
“Baksana, bu karşıdaki flüt çalan kız kim?” dedim.
“Perihan’ın yeğeni. Üniversiteden gelmiş. Perihan’ın kızı evleniyor ya onun için. Havalı da bir şey böyle, bi görsen.”
“Hee demek öyle.”
Hemen dudağıma bi pamuk basıp geçen yaz arkadaşın evinden “Biraz kullanayım getirecem” diye arakladığım parfümü boynuma iki el püskürtüp dışarı çıktım. Evin önündeki boş tenekelerden birini çevirip oturdum. Kim görse selam veriyordu. Tüpçü Ali’nin oğlu Fırlama Kasım geldi sonra. Yanıma çöküp “Dudağına noldu lan?” dedi. “Yengen ısırdı çaktırma.” dedim. “Siktir lan.” diyip bastı kahkahayı. 3 dakika güldü puşt. “Tamam lan yeter.” dedim. Sigara istedi, verdim. Çekti gitti sonra. Yarım saat falan geçmişken Perihan ablanın kızı indi aşağı. Beni görüp yanıma geldi.
“Abi napıyon? “ dedi.
“İyilik valla Aysun, oturuyom öyle. Kız sümüklü evleniyormuşsun. Sen o kadar büyüdün mü ya?”
“Abi karışık işler, sorma. Vermezlerse kaçırırım falan dedi. Korktum bende napim. İkna ettim bizimkileri.”
“Neyse neyse, hayırlı olsun.”
“Sağ ol abi.”
Sigaramı evin önündeki mikrop yuvası su birikintisine fırlattığım anda onun aşağı indiğini gördüm. Gülümseyerek yanımıza geldi. Sol yanağında kendini apaçık belli eden gamzesini vasiyetime eklemek istedim o an. “Öldüğümde beni onun gamzesine gömün ulan!” Sessizliği Aysun bozdu.
“Abi bu Mediha, kuzenim. Mediha bu da Yalçın abi. Hani bugün Zeynep abla gelmişti ya bize, onun oğlu.” dedi.
“Memnun oldum.” diyip elini uzattı. Ellerim biraz kirliydi. Elini hafifçe sıktım bu yüzden. “Ben de memnun oldum.” dedim kekeleyerek. Güldüler. Ben de güldüm. “Üniversitedeymişsin galiba.” dedim. “Evet, mimarlık.” dedi. Biraz sohbet, bir tutam manalı bakış, azıcık da cilvenin ardından kısacık bir zamanda ısındık birbirimize. Üniversitedeyken çok çapkındım ben. Yakışıklı biri sayılmazdım ama muhabbetime tav olmayacak kız yok gibiydi. Şeytan tüyü vardı bende. Daha bir saat geçmemişti ki gürültülü mobiletiyle Lastik Harun geldi. “Abi atla.” dedi. “Noldu lan?” dedim. “Abi gel yolda anlatırım.” dedi. Yanına iyice yaklaşıp kulağına “Uza lan, işim var.” dedim. O da fısıltıyla “Önemli abi. Gel allahını seversen gel.” dedi. Aysun’la Mediha’ya “Görüşürüz.” diyip atladım bunun arkasına. On dakika sonra “Geldik abi.” dedi. Bi baktım bizim bütün piçler inşaatın önünde toplanmış. Mevzu derin belli.
“Noluyo lan?” dedim.
“Abi bugün akşamüstü bizim Selim buraya gelmiş. Önünde bi tane siyah Mercedes Vito bekliyormuş. Bi bakmış inşattan iki kişi çıkıyor ellerinde de bu Ümit’in cesedi. Çocuk korkmuş hemen bana geldi anlattı.” dedi Lastik.
“Selim’i görmüşler mi?”
“Yok abi saklanmış.”
“Kimdi ki lan onlar?”
“Kimse bilmiyor abi. Janti giyinimliymiş ikisi de. Basmışlar gitmişler sonra.”
“Tamam bi şey olmaz. Siz ağzınızı sıkı tutun hiç bir şey olmaz.” Oradan Lastik Harun’un kardeşi atladı. “Abi bu adamlar tehlikeli, ağzımıza sıçarlar. Gelin polise gidelim.” dedi. El hareketiyle susturdum onu. Baktım bu konuşmaya devam ediyor. “Abi bak bizim de başımızı yakacaksın, gidelim.” Kan beynime sıçradı o an. Cebimden çakıyı çıkarıp bunun boğazına dayadım. “Ulan puşt, buradan kim öterse senden bilirim bak. Akıllı olun lan canımı sıkmayın benim.” Lastik Harun’u çağırdım yanıma. “Çocukları gönder kimseye bir şey söylemesinler. Kardeşine söyle ağzını sıkı tutsun.” dedim. “Tamam abi, kusura bakma korkmuş biraz.” diyerek ayrıldı. Ben de eve yollandım.
Sabahına uyanır uyanmaz pencereden dışarıyı kestim. Baktım Aysun, Mediha bir iki kuzeni hazırlanmışlar bir yere gidiyorlar. Hemen giyinip yazıldım peşlerine. Yarım saatlik sinsice bir takipten sonra kuaföre girdiklerini gördüm. Kuaförün yanında bizim Kundak Osman’ın bakkalı vardı. Çektim bir tabure oturdum önüne. 5 dakika geçmedi ki Mediha dışarı çıktı. Beni gördü, gülümsedi. Kalktım yanına gittim. Bilmiyormuş ayağına yatıp; “Napıyosun buralarda?” dedim. “Hiç öyle Aysun kuaföre geldi. Düğün var ya hani öncesinde hazırlık yapıyor.” dedi. Yarım saat kadar sohbet ettik kuaförün önünde. Güldürebiliyordum onu. Hatta bi ara o kadar güldü ki çenem ağrıdı dedi. Gülerken küçülen gözleri vardı. Göz kapaklarının bıraktığı hafif aralıktan ışıl ışıl parlayan gözleri.. Aysun dışarı çıktı. Sonra gittiler. Ayrıldıktan sonra eğer bir kere bile arkasını dönüp bakarsa umut yeşertecektim içimde. Bekledim. Gözden kaybolana kadar bekledim. Tam köşeyi döneceklerken çevirdi başını. Bakıverdi usulca. Sonra hemen geri çevirdi bakışlarını. Tamam dedim oğlum, oldu bu iş.
Ertesi gün dışarı çıktığım gibi Mediha’yı gördüm. Babamın 99 model sedan Toros’u vardı. İyi kötü ayağımızı yerden kesiyordu. Hemen yukarı çıkıp anahtarı kaptım. Aşağı inip Aysun’a “Gideceğiniz bi yer varsa bırakayım sizi.” dedim. “Nişanlım gelecek abi.” Sonra Mediha’ya dönüp manalı bir tebessümle; “İstersen sen git, hem biraz gezersin.” dedi Aysun. Mediha da ellerini iki yana açıp dizlerini hafifçe bükerek, yüzüne; “Ne yapayım, bineyim bari.” iması atfedip arabaya biniverdi. Ulan her şey nasıl böyle kolay olabilirdi? Dışarıdan baksan berbat bir yaşayışı olan, dibe vurmuş biri olarak görünürdüm. Böyle şahane birinin ilgisine mazhar olmak sanırım kıyamet alametiydi. Bizim mahallenin çıkışındaki tepeye bir çay bahçesi açtılar geçen ay. Manzara on numara, takılan eden de yok, tam kafa dinlemelik bi yer. Bastık gittik. Mekana varınca arabadan inip Mediha’nın kapısını açtım. Yanlışlıkla mahalleden biri görse boku yerdim. Bereket ki tanıdık kimse yoktu etrafta. Teşekkür edip indi arabadan. Güzelli manzarayı karşımıza alıp oturduk bir masaya. Çay içtik 4-5 bardak. Baktık muhabbet müthiş, saatin nasıl geçtiğini anlamamışız. Kalkalım mı dedi, olur dedim. Mekandan çıkıp arabaya yöneldiğimiz sırada ense kökümde müthiş bir sancı hissettim. Etraf birden kararıverdi.
Gözlerimi açtığımda karşımda Mediha vardı. Ağlamaktan gözleri yok olmuştu. Ağzımı bantlamışlardı, konuşamıyordum. Kendime gelip nerede olduğumuzu ayıkmaya çalıştım. Ulan burası bizim mahalledeki inşaatın ta kendisiydi. İki dakika sonra içeri en az 120 kiloluk biri girdi. Elinde slim sigara vardı. Birkaç dişi altın kaplamaydı. Temiz bi girişti bana. Suratımı dağıttı. “Ümit!” dedi sonra. Ne Ümit’i lan? “Şerefsiz!” diye bağırdı. Ensemdeki ağrı başıma vurmuştu. Hiç bir şeyi idrak edemiyordum. Mediha’ya baktım sonra. Ağlamaktan bitap düşmüştü. Sadece içli içli hıçkırıyordu. Ağzımdaki bandı çıkardılar sonra. “Noluyo lan burda?” diye haykırdım kalan son enerjimle. Konuşmaya başladı hayvan oğlu hayvan; “Ümit benim evladım gibiydi şerefsiz.” dedi. Mevzuyu o zaman farkedizledim. Ümit’in sahipleriydi bunlar, belliydi. Konuşmaya devam etti. “Benim kim olduğumu biliyor musun lan? Biliyor musun hı? Sülaleni şişe geçiririm lan senin göt lalesi.” dedi. Sadece nefes alabiliyordum. Tekrar, “Ümit benim evladım gibiydi ne istediniz lan ondan?” dedi. Kendimi toparlayıp ağzımdaki kanı tükürdükten sonra, “İnsan evladına torba tutturur mu orospunun çocuğu?” dedim. O an sol elmacık kemiğime öyle bir yumruk yedim ki kemiğin kırılmasını beynimde hissettim. Acıdan haykırırken ağladığımı fark ettim sonra. Belinden silahını çıkarıp bana doğrulttu. Zerre kadar korktuysam adam değilim. Namlunun ucuna bakarken aklımdan geçen tek şey Mediha’ydı. Yapmayın dedim. Domuz gibi sırıttı. Tam tetiğe basacaktı ki “Duuur.” dedi. “Sen benim sevdiğimi elimden aldın ben de seninkini alacam.” Gözlerim kocaman oldu birden. Ağır ağır Mediha’ya doğru yöneldi. Olayların bu raddeye tırmanması… Benden daha aşağılık biri var mıydı acaba bu dünyada? Mediha’nın başına silahını dayadı. Kız çırpınırken zevk alıyordu adi herif. Korku ile bana baktı Mediha.
Sanırım bu defa Allah belamı vermişti. “Ona dokunmayın, ona dokunmayın” diye bağırıyordum. Ağzımda biriken kanı yere tükürüp son kez gözlerine baktım. DAN!