Yalnızlığımda sakladığım o farklı duyguları paylaşıyorum sizinle, şu satırları yazarken. Gizlenir içimde sözcükler. Yalnızlığı anlatan bir şiir, bir metin olarak dökülür kalemimden. Okunurlar tarafımdan bir iki kere. Ve sonra doğruca çöpe… Pek azdır içlerinden sakladıklarım. Geçmişi geleceğe taşımaktan hoşlanmayanlardan olduğum için karışırlar bilinmezliklerin hüküm sürdüğü bir başka diyara…
Her zaman kaybolmuş bir mektuba benzetmişimdir yalnızlığı. Yanlış mıyım bilmiyorum; ama mektup gibi özene bezene işlenmiştir yalnızlık da. Kapanmış, postalanmıştır. Fakat bir eksiği vardır ki en büyük yokluktur o. Adres yazılmamıştır zarfın üstüne. Nereye gidecek, ne yapacaktır bu mektup? Hangi limana sığınacak, kimsenin kendisini istememesini, herkesin “Bana ait değil.” demesini nasıl kaldıracaktır? Tek isteğidir onun sahiplenmek, tıpkı yalnızlığın sahibeliğinden kurtulmak isteyen insan gibi…
Sizi bilmem ama ben, yalnızlığın tek başınalıkla aynı anlamı ifade etmediğini düşünenlerdenim. Kalabalıkların kendisini şiddetle gösterdiği kahkahaların altında kalan bastırılmış duyguların ta kendisi olarak görmekteyim yalnızlığı. Dışa vurulamayan; oysa içten içe insanı kemiren o en derin acılardan biri değil midir sizce de yalnızlık?
Hayatın tanımını ‘tek kişilik bir oyun’ şeklinde yapanlardanım ben de. Nasılsa tek kişilik bir oyundur bu, ne gerek vardır ki bu kadar çok kişiye? Yalnızlığım yeter de artar bile bana. Siz, yalnızlığa tahammül edemeyenlerdenseniz eğer, bir kez olsun yalnızlığın o muhteşem doğasına bırakın kendinizi derim. Beğenmezseniz, hala yalnızlığa dayanamayacağınızı düşünür ve bana sinirlenir, benim saçmaladığımı düşünürseniz inanın hiç alınmam buna. Tek isteğim, bilmediğiniz bir şeyi öğretmek sadece.
Korkar herhalde insanoğlu yalnız kalmaktan. Yoksa niçindir bu çaba, bunca telaş? Herkes bir yandaş, bir arkadaş aramakta kendine. “Aman şunu yalnız yapmayayım.” , “Allah aşkına gel yanımda, tek gitmeyeyim.” türünde cümleler, yalnızlık korkusundan değildir de ya nedendir, soruyorum size!
En yakın arkadaşım yalnızlıktır benim. Sahiplendiğim, kaybetmekten korktuğum en özel varlığımdır. “İşte bu benim, bu bana ait.” diyebildiğim tek şeydir. İçimdeki en gizli duygularımı paylaştığımdır. Biliyorum, geçiyor aklınızdan “Hiç mi arkadaşın, dostun yok senin?” diye. Elbette ki var. Uğruna her şeyi göze alabileceğim, et ile tırnak gibi olduğum arkadaşlarım elbette var. Peki o zaman, neden mi yalnızlığa bu kadar düşkünlüğüm? Çünkü biliyorum, zaman ilerleyecek, yıllar geçecek ve hiçbir şey, hiç kimse bugün olduğu gibi kalmayacak. Hayat adını verdiğimiz bu yol, hepimizi farklı yönlere sokacak. Rüzgarlar savuracak bedenimizi, bir telaş hapsedecek ruhumuzu. Önceliklerimiz değişecek. Bugün hayatımızın en önemli şeyi arkadaşlıklarımız, dostluklarımızken bundan on, on beş yıl sonra öncelikle kendimizi ve ailemizi düşünüyor olacağız. Ve işte, terk etmiş olmadık mı birbirimizi?! Büyüdükçe büyümedi mi yalnızlığımız?
Bazen ben de diyorum “Kör olsun şu yalnızlığın gözü.” diye. Konuşacak, anlatacak birilerine ihtiyaç duyuyorum herkes gibi. Ama biliyorum, kalemimden dökülenleri söylemeye varamayacak dilim. Telefona sarılsam ne çare… Yanlış anlaşılmak istemiyorum ama anlamış görünenlerin anlayanlardan çok olduğunu düşünüyorum. “Asıl bu düşüncen yanlış.” diye haykıranlar vardır içinizde mutlaka, biliyorum. Bunu ortaya atma nedenim ise, insanlar arasındaki kopukluktan duyduğum rahatsızlığı dile getirmek istemem. Herkes birbirine canım, tatlım, hayatım, bir tanem,… diyip duruyor; fakat kaçı içten geliyor ki… Her biri yalnızlığın farklı şekillerde dışa vuruşunu simgeliyor bence.
“Burnun değil, bedenin duyduğu bir kokudur yalnızlık.” desem ne düşünürsünüz merak ediyorum açıkçası. Ya da “içinde güneşin bulunmadığı, siyah-beyaz bir fotoğraf karesidir yalnızlık” olsa benim yalnızlık tanımım, kaçınız karşı çıkabilir ki buna?
İnanılmayacak şeylere “Evet inanıyorum.” deriz değil mi kimi zaman ve hatta çoğu zaman… bunun aslında bir yalan olmadığını kabul etmenizi istiyor bugün kalemim. Yine de karar sizin. Bunu istiyor kalemim; çünkü yalnızlığından kurtulma çabası içindedir bunu yapan insan. “Sana inanıyorum, senin yanındayım. Yalnız değilsin.” demek, aslında “Sen de benim yanımda ol, tek bırakma beni.” demek değil midir?
Bir ile sıfır arasındaki farktır yalnızlık. Ne hiçbir şeyizdir, ne de her şey olabilmişizdir. Kendi yalnızlıklarımızla başa çıkmayı öğrendiğimiz an, bir olmayacak mıyız zaten ?
Hani etrafınızda onlarca hatta yüzlerce yüz vardır. Onlarla güler eğlenirsiniz. Onların da bulunduğu alevin içinde cayır cayır yanarken birden aslında üşüdüğünüzü hissedersiniz ya işte odur yalnızlık. Unutmayın. Alevlerin sizi ısıttığını, gecenizi aydınlattığını düşünürsünüz; fakat üşüdüğünüzü çok geç anlarsınız. Sabahı olmayan geceye benzer yalnızlık. Gizlenir ve gömülür. Karışır kana ve yayılır tüm hücrelere.
Franklin, “Unutulmak istemiyorsan ya okumaya değer şeyler yaz, ya da yazmaya değer şeyler yaşa.” demiş. Belki de bu yüzden yazdım bu satırları, unutulmaktan korktuğum için. Bu satırları okuduğunuz her an hatırınıza gelmek istiyorum bütün yalnızlığımla.
“Yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılsa yalnızlık olmaz.” derken Özdemir Asaf, insan sayısı kadar yalnızlık çeşidinin olduğunu iddia etmemiş midir? Yedi milyar insan, bir o kadar da yalnızlık…
Sahi, siz yalnızlığın hangi yüzünü gördünüz?