Sen… “Buradayım” dediğimde elinde sevda çiçeklerimi taşırken aynada aksimi bana gösteremeyen, gözlerimde yalnızca seni gördüğüm adam sen… Böylesi bir sevmek taşınırken gönül evimden, güneş kanlı elleriyle kalbimi bana gösterirken ben kendimde buz olurken… Demem o ki; sen… Yalnızlığımda adını unutup seni unutamadığım adam… “Evlen” diyorlar bana… Gönül evimin asgari ücretli çalışanı firar etmişken ortalığı toparlayıp kendimi toplayamazken bir de evlen diyorlar bana… Gönül evimde dağınıklık bâkiyken, “evet” diyebilir miyim unutulmamışlar yaslı topraklı dünlerimden koşarak bir başkasına?
Sende ben körebe oynayan çocukların ebe olurken yakalanmak heyecanlarıyla bekledikleri o kör ebeydim. Kendime doğarken, bir avazda seni kendimden doğururken, aşka sancılı bir gebelik nasip oldu; sırf ben duvaklı illegal gelinliğimi sen ellerimi tutmadan hayalimde bile olsa giydiğim için…
Bana bir beyaz örtmeni dilemiştim. Kefenin kıskandığı, genç kızların hayallerinde bulutların beyazlığından daha beyaz gördükleri bir beyaz örtmeni…
Sen… Kendimi kaybederken ruhumu kayıp listesinde bulamayıp yine de karakollara sorarak kendimi sende unuttuğum… Bana kalmayı öğrettin, öyleyse gitmek niye?
Yıldız dallarımda yıldız falları açıldı; bu da yanlıştı. Dallarda güller şarkı söylerdi de yıldızlar kısmet dualarına dallarda ulaşır mıydı? Hep gökyüzünde gökyüzünün en ahenkli yeriydi onların tahtı… Ben bize çok yanlış yaptım. Acemi gülüşler kattım sensizliğime; bir parça ekmekte bin ah dilenen yanlış bir dilenci oldum. Aşk duasında âmin dediğim gülüşü gelincik açan yâr… Kabul olmadın, kısmet bu ya… Ben de âmin’deki yaslı çocuğun pas tutan hayallerindeki eksik yalnızlık oldum. Senden sonra her şey oldum, kendim olmayı unuturken.
Sen… Allah’ıma ‘tanrım’ dediğim zamanki vicdan azabımın günahtan sıyrılmalı tövbeli yâri… Sanki onda bile yanlış yaptım. Tanrımdan seni dilerken rabbime ayıp etmiş kadar sen hakkı olmayan kaçamak umutlar çaldım kaderden; ben yine gel yanlışlı gitme sevdalı kaldım isyanlı senler büyüttüm içimde. Beni yine anlamayacaksın. Zaten ben de seni beni anlayasın diye sevmemiştim ki. O gözlerin vardı ya… Kurşun döktürmeli; kurşun işlemeli, kurşunun bile gözlerinin yanında beni öldüremediği o gözlerin… İşte ben en çok onları sevmiştim. Saat aşka günah kadehleri kaldırıyordu, işte bu da yanlıştı. Doğru olamayan biz değildik, sen değildin. Doğru olamayan bendim. Yoo, hayır… Ben sen söz konusuyken yanlış olmayı bile beceremeyendim. Kimdim, neydim? Ellerini tuttuğun o kaldırım yosması gözlerine şiirler döküyor mu, kalbine müptela denemeler işliyor mu, rüyalarına seni alırken aşka edepsizlik olmasın diye soyunurken sen; gözlerini kaçırıyor mu? Sen… Kaldırım yosmasının efendi tüccarı sen… Kendini satarken aşkımdan aşk sandığın yanılgı bahçesine, kokmayan Çiçek olmayı kabul edebilecek misin? Sen… Bak işte, yine sen… Ben sende ruhumu kaybettim. Halka açık bit pazarında bir liraya bile satılmıyormuş. Ben sende seni, ben sende beni, ben sende hiç kimseliğimi kaybettim. Yalnızlık otururken kucağıma, dişlediğin gökten düşen üç elmanın içinden kurt çıkıp yalnızlığımı bile kusturduğu pezevenk sen… Kendimi aşka sattım evet; ama sana bir daha günah işlemeli battaniyeler yapıp kendimi kendimden ayırıp gitme dilekli ahtapot olmam. Onlarca kollarım olsa birini bile boynuna dolayıp faşist ruhunun terzisi olamam. Diktim fütursuz hayallerimi; bok yolunda sen pijamalı seviler gözledim…
Sen… Hayallerimin puşt yanlısı; seni seçtim, seni biçtim, seninle hiçtim. İçtiğin o hararet kokulu sular tükürdüğüm adamlığına yoldaş olsun. Sen… Çok sevdiğim x adam… Bir beden küçük gelsem sevgiye, yine de bir daha aşkına soyunmam.
Dilara AKSOY