Şimdi şöyle bir durun ve derince nefes alın. Çünkü bazen bir tek cümle, bazen tek bir kahve yahut sararmış bir kitap yaprağı hayatınızı değiştirebilir. Belki de o anlardan birinde yaşıyorsunuz zamanı. Neden olmasın?
Biz hep başkalarına göre, başkaları için, ve başkalarının düşünceleri tarafından yaşamını şekillendiren insanlar olmuşuz. Sen, en yakın arkadaşın üzerindeki elbiseyi beğenmedi diye o çok beğenerek aldığın pembe “şeyi” neden dolabının altına attın? Ya da o kızdan hoşlandığını sırf “kardeşin” birkaç kere konuştu diye niye içine attın? Yaptığın başarısızlıkları saklamak seni ne kadar yüceltti? Ben söyleyeyim mi?
HİÇ!
Durup durup yarım kalan nefeslerimizin arasında yaşıyoruz. Aşkımızı, hırsımızı, mesleğimizi, arkadaşlarımızı ya da bize bir kere sunulmuş ve dolu dizgin koşturmamız gereken hayatı hep eksik bırakıyoruz. Biz olmaktan çok uzakta, birilerinin eline aldığı iplerin ucunda sahnelenen güzel bir kukla oyunu gibi… Peki daha ne kadar böyle sürecek? Kendi hayatında, kendi kararlarınla yaşamanın vakti gelmedi mi sence de? Umutsuzlukların olduğu kadar umudun da var, biliyorsun. Ve sen sırf birileri sana “birkaç anlamsız cümle” kurdu diye o ümidi kaldırıp çöpe atıyorsun.
Seksen yaşında torunlarına anlatıp güleceğin güzel hataların olmadıktan sonra niye yaşıyorsun? “… yapmadan, okumadan, gitmeden, gezmeden, elini tutmadan ölmek istemiyorum” diyeceğin tonlarca şey varken neden duruyorsun? Neden üniversiteyi bekliyorsun özgür olmak için? Ortaokul, lise sana zincir vuran bir hapishane mi?
DEĞİŞTİR!
Neden varsın? Ne için çabalıyorsun? Kime göre yaşıyorsun? Sen bu oyunda başrol müsün yoksa figüran mı? Yönetmen koltuğuna kendin oturmak yerine neden başkalarına davet kartları gönderiyorsun?
Sen hiç yaşamın üzerinde kendi varlığını sorguluyor musun?