Acının en koyu tonunda, koynunda uyandım,
Sarıp sarmalıyordu acının en alâsıyla, çünkü ben susandım, en nihayetinde usandım,
Usandım, lakin o nasıl güzel kucak açmaktı,
Onu kırgınlıklarından kavrayınca ciğerim yandı, puslandım,
Aptallık, dediler şu koskocaman okyanusa ve ben yine saplanmış olduğum acıları andım,
Ayrılığa temas ediyorken yaşamayı unutup onda kaldım, kalakaldım,
Evrenin kendi eseri olan bir melodram serginleniyordu zihin perdemde,
Mecburen dinlemek, izlemek ve tüm benliğimle kendimi vermek zorundaydım,
Mili saniyenin bilmem kaç milyarda birinin içine daldım,
Küçüldükçe küçülen, büyüdükçe büyüyen zaman dilimlerinden bahsediyorum,
Ve hepsinin içinde ayrı, apayrı dünyalar,
O kadar ayrı ki göğüsüm daraldı, beynim uyuştu, vücudum hırpalandı,
O alabildiğine derin, uçsuz bucaksız kedere daldım,
Uyanışlarım hep ona gibiydi, uyandıkça uyandım..
Yaşantıların perde arkası hakikaten apayrıdır,
Sistemin insanlara vurduğu etiketler genel itibarıyla hatalıdır,
Her şey nasıl da tam manasıyla canlı, nasıl da dibine kadar acı veriyordu,
Ne var ki uyandım, uyanmak zorundaydım,
Peki ya tam olarak ne zaman ve neye uyandım ?
Ve sen, hala kıracak mısın porselenimsi kalpleri ?