Bir adım attı ve “- …çok güzel bir gün…” dedi içinden. Kapalı göz kapaklarının arkasından yüzünü okşayan güneşi hala görebiliyordu. Çocukken evinin bahçesinde çimlerin üzerinde yatıp yine gözleri kapalı gökyüzünü keşfettiğini anımsadı, gülümsedi. Bir adım daha attı. Etraf çok sessizdi, o kadar sessizdi ki esen rüzgarın kulaklarını yalayıp geçerken bıraktığı uğultuyu bile duyabiliyordu. Son bir adım daha attı. Neden sonra yine çocukluğunu anımsadı. Salıncakta tüm gücüyle sallanıp en tepesinden kendini en uzağa atmaya çalışırken içinde hissettiği o tuhaf çekilmeyi hissetti yine. Bir kez daha gülümsedi. Gözlerini açtığında pencerenin önünde duran sardunyaları gördü, pembe olanlarından. Annem ne kadar çok severdi bunları diye düşündü. Sonra tüm bu aklından geçenlerin 1- 2 saniyelik bir şey olduğunu fark etti. “- insan ne kadar hızlı düşünüyor.” dedi. Sonra düzeltti dışından; “- insan ne kadar da hızlı düşüyor…”
Tam beş sene altı ay olmuştu bu eve taşınalı. Tabi ev olarak tabir edilen şeyin buzdolabı kutusundan bozma bir oda, normal şartlarda bir çocuk odası sayılabilecek bir salon, tabanındaki fayanslar dahil aylardır kullanılmayan bir banyo, mutfak denilen kısmın da habitata kucak açmış bir amazon olduğunu düşünebilirdiniz. Zira dolap içinde yaşayan, tabakların üzerinden beslenen bu canlıları normal şartlar altında görmeniz pek mümkün değildi. Çok uzun süredir ne mutfağı ne de banyoyu kullanıyordu. Arkasından götünü toplayacak herhangi bir yaşam arkadaşı da olmadığından evin her yanı olanca pisliğiyle haberlere çıkan çöp evleriyle adeta yarışıyordu. Boş vermişti her şeyi. Tutunacak hiç bir dalı kalmadığını anladığında bundan tam olarak 6 ay öncesiydi. Hiç bir zaman çok başarılı bir öğrenci olmamıştı ama şehir dışında okuyabilecek kadar puan almıştı sınavlardan ve gelip yerleştiği bu evden nice arkadaşları gelip geçmişti. Hatta ilk zamanlarda bir ev arkadaşı bile olmuştu ancak çok uzun süre dayanamamıştı bu harabe evin salonunda yaşamaya. Nihayetinde okulundan mezun olduğu sene, yapacak hiç bir şeyinin kalmadığını hiç bir amacı kalmadığını fark ettiği yaza denk geliyordu. Zaman içerisinde dostları, arkadaşları da olmuştu. Hatta bir kaç sevgili bile fakat hepsi geçiciydi ve en nihayetinde yalnız başına kalmıştı. Annesi istemişti bir üniversite okumasını ve hasta yatağının kenarında otururken söz verdirmişti oğluna her ne olursa olsun okuyacağını. Okumuştu da, normal düzey bir üniversitede normal düzeyde bir öğrenci olarak okulunu bitirmişti ancak annesinden kalan bu son vasiyeti de yerine getirdiğinde yapacak hiç bir şeyi kalmamıştı. Babası; hayatını “şerefsiz” olarak idame ettiren, insanlık alemine faydasından çok zararı dokunmuş bir asalaktı. Bu şerefsizlik bir sıfat olmaktan çıkmış, kendisi için adeta bir meslek haline gelmişti. Yıllardır görmediği bir adama bu denli kin besliyor olabilmesine şaşırıyordu bazen. Tüm yaşanmışlıkları, çocukluğu, gençliği annesiyle geçmişti ve ona ölümüne bağlıydı. Hatta o kadar bağlıydı ki onu kaybettiğinde gerçekten ölmeyi düşünebilecek kadar. Annesini kaybettiğinden beri kendini başka şeylere odaklamaya çalışıyordu. İçlerinden en etkili olanı da alkol olmuştu elbette. İyi şeyler yapmayı da denemiş, becerememişti. Yaptığı resimler, çalmaya çalıştığı enstrümanlar odanın içerisinde çöplerin arasında kaybolmuştu.
Mezuniyet törenine katılmayı gerek görmemişti, alacağı kağıt parçası onun için bir anlam taşımıyordu artık. Asli görevini yapmış, mezun olmuştu ancak; bu aşamadan sonra yapacağı hiç bir şey kalmamıştı bu hayatta. Aylar içerisinde alkol ile yıkadığı beynini yavaşça uyuşturdu, uyuşturdukca unuttu, unuttukça ağladı. En sonunda annesine kavuşmayı, veda etmeyi planladı. Uçurtmaları çok severdi çocukken. İpleri kopup kilometrelerce uzakta kaybolurken bile üzülmezdi. O yüzden seçeceği en ideal veda şekli bir uçurtma gibi gökyüzünde kaybolup gitmek olmalıydı. Yüzlerce kere çıktığı binanın çatısından her seferinde korkuyla geri indi. Belki de bunun sebebi aylardır dinmek bilmeyen o kapkaranlık bulutların gönderdiği yağmurlardı. Fakat bugün; muhteşem bir güneş onu kemiklerine kadar ısıtıyor, esen rüzgar yüzünü avuçlarının arasında nazikçe okşuyordu. Tıpkı annesi gibi…
15 katlı bir binanın tepesinde çatının kenarına doğru yürürken düşündü “- ne kadar güzel bir hava… çok güzel bir gün veda etmek için, kavuşmak için…” Gözleri kapalıydı ama hiç düşmedi, tökezlemedi bile. Çünkü bu yürüyüşü yüzlerce kez yapmıştı, artık ezberlediği adımları tekrar attı. Sonra boşluk, gözlerini açtığında 11. katın camındaki sardunyaları gördü. Tersten. O arada geçen süre içinde ne çok şey düşündüğünü fark edip; “- insan ne kadar hızlı düşünüyor.” dedi içinden. Tekrar düzeltti dışından; “- insan ne kadar da hızlı düşüyor…”