Acılar içinde yatağında kıvranıyordu. Görünürde bir sıkıntısı yoktu aslında. Ne varsa hepsi kafasındaydi. Bir şeyler onu yiyip bitiriyordu. Yatağına uzanmak ve az da olsa uyumak ona iyi gelecekti. Uykusuzluk gibi bir illeti olmasına rağmen yine de yatmaya çalışıyordu. Uyuyup tüm olup bitenlerden uzak kalmayı bile beceremiyordu. Duvardaki saatin tik-tak sesleri dayanılır gibi değildi.
Yataktan kalkıp pencereye doğru yürümeye başladı. Kasımın son haftasıydı. Kış kendini hissettirmeye başlamıştı. Caddede bulunan tek sokak lambası da yanmıyordu. Gerçi yandığını hiç görmemişti bu eve taşındığından beri. Kapıya yöneldi ve kapının arkasında asılı deri montunu alıp giydi. Salona geçip kanepeye oturmak istedi. Vazgeçti. Ayakkabısını giyip dışarı çıktı. Havanın sertliği rüzgârla buluşuyordu. Dışarıya adımını atar atmaz keskin hava tokatladı onu. Birden soğuktan titremeye başladı. En iyisi eve geri dönmek, diye söylendi. Bunları söylerken merdivenlerden aşağıya inmeye başlamıştı bile. Evden iki blok ötedeki parka doğru yol almaya başladı. Sokaklar sessiz, park bomboştu. Parkın girişindeki bir banka oturdu. Bankın soğukluğu içine işledi adeta. Birden irkildi ve yeniden oturdu. Kendisini hiç terketmeyen dostunun kapağını açarak bir tek aldı. Özenle dudağına iliştirdi. Rüzgar giderek şiddetini artırıyordu. Havada yağmur kokusu vardı. Kibritten bir çöp alarak yakmaya çalıştı fakat sert rüzgar engel oldu. Nihayet ikinci çöpte yakmayı başardı sigarasını. İçine her çekişte maziden görüntüler geliyordu aklına. Dumanı serbest bıraktığında yine tek başına kalıyordu.
Haftalardır onu uykusuz bırakan, içini kemiren durumlardan kurtulmak için evini değiştirmiş ama yine de kurtulamamıştı. Aslında kendisinden kaçmak istemiş, başaramamıştı.
Fakat şunu çok iyi anlamıştı; olup bitenlerle yüzleşmek zorundaydı.
Tek sıkıntı nerden başlayacağını bilmemesiydi.