Dünyaya geldiğinde ilk yaptığın şey ağlamak ve ağlatmak. Sen bilinçsizce yapıyorsun eyvallah, çevrendekiler mutluluğun farkına vardığı için.
O kadar hayırlı bir şey mi peki hayata adım atmak? Dünya alevlerden oluştu dostum, tonca yıldan sonra bu şekli aldı diye aldanma.
İçerde yangınlar hala devam ediyor, ateşi çokca körukleyenlere şahit oldum. Yüzde bilmem kaçı su diyorlar yalan.
Sizlerin bilmediği tanrılarla tanıştım. Anlattıklarını sizlerle paylaşsam deli dersiniz ve ben zaten akıllı olduğumu iddia etmiyorum.
En sevdiğim kıyafetim o kolları arkada olan beyaz gömlek. Sizlerin üzerinde taşıdığı sahte kimlikten daha samimi. Erosa inaniyorsunuz değil mi?
Aşkı indiyor yukardan aşağı, gökyüzünden yeryüzüne! İşi gerçekten kolay mı? Oklar kalbinize mi saplanıyor peki? Benim gördüğüm
arka tarafınızda bir yere hedeflendiği. Kıymet bilmezsiniz, saçma karmaşalarınız kadar sahip çıkıyor musunuz aşka?
Hayır! Oyuncak gibi görup hevesinizi alıp yeraltına atıyorsunuz. Çok yanar dönersiniz ve anlaşılması zor.
Sevdiğinizi kaybettiğinizde ardından iyi dileklerde bulunup dualar ediyorsunuz. Bir zamanlar sevdiğinize ise beddualar.
Çok çirkinsiniz, çoğunuzla aynı oksijeni kullanmayı dahi istemiyorum. Ne kadar deli olduğumu anlatacağım.
Bi gün tanrıyla laflıyoruz yine ama sizin bildikleriniz gibi değil. Sizde gökyüzü mavi, bunun ki simsiyah. Görseniz maviyi
renklikten kovarsınız. Bulutlarınızın rakip olamayacağı dumanları var çok korku verici ve ürpertici.
Ama gerçek sizin sahip olduklarınızdan çok daha inandırıcı. Çünkü siz yalansınız ve yalancılarsınız.
Çoğunluğunuz birbirinizden klonlanmış gibi. Yaratılmaktan ziyade toplu düşük maliyette üretilmiş gibisiniz.
Tanrıya sordum, onca acı yaşıyor bu aşağıdakiler ve en çok yaşanan neden ölüm?
İnsanlar neden bu kadar kaybediyor? Tanrı gülüp ayrılığı sormadın, yalnızlıkla aran iyi herhalde dedi.
Buraya ilk geldiğin günden beri bir kişiden bile bahsettiğini görmedim çünkü, ya da eski sevdiklerini anlattığını.
Tanrısın diye beni hafife alma dedim. Ayrılığın ölüme eşdeğer olduğunu bolca gözlemledim, çok acı çekiyor be aşağıdakiler.
Senin benim gibi değiller. Sen tanrısın, ben deli keyfimize bakıyoruz. Öyle dertlerimiz yok.
Neden ayrılığa bu kadar ilgilisin diye sordu tanrı. Delirdiysem senin arkadaşların yüzünden dedim.
Ulan o kadar şey kopardılar ki tek dal bile kalmadı tutunacak. Yukardan aşaği attılar. Biz işimizi yaptık deyip kenara çekildiler.
Bir daha hiç görmedim onları.
Başlarda acemiydim dünyada. Güzelliklerin olabileceğini sandım. Aşık oldum, sevdim, seviştim, güvendim, inandım, yaşadığımı sandım
vesaire işte anlattırma tek tek, germe beni. Sonra aynı yatağa girdiğim insandan kazıklar yedim.
Hazır çıplak bedenimi görünce dayanamadı herhalde. Kazıkları yediğimi hiç hissetmedim gece boyu. Demek eli çok hafifmiş.
Sevgisi kadar hem de. Adi parfüm gibi uçup gitti. Sabah uyandığımda anladım mevzuyu. Yatak kıpkırmızıydı, sırtımda ağrılar.
Aynadan yansımayı gördüm. Mayın çukuru gibiydi bedenim, delik deşik. Koynumda yılan beslemişim diyor aşağıdakiler böyle durumlarda,
ben köstebek beslemişim. Ne kadar pis şey varsa içime atmış çukurlarından. Yalnızlığı, umutsuzluğu, mutsuzluğu, huzursuzluğu, ayrılığı,
aptalca özlemeyi, kaybetmeyi, üşümeyi, susmayı, korkmayı, ağlamayı, zırlamayı, küfretmeyi ki en güzel hediyesi bu oldu bana.
Çok enteresan ve yaratıcı küfürlerim var… Yeter daha fazla sayma dedi tanrı. Tanrılıktan istifa ettireceksin beni.
İkramiye falan veriyorlarsa bırak dedim. Ben o kadar kaybettikten sonra bedavaya terkettim normal hayatı. İkramiyenin lafını etsem
kelleyi de kayberdim. Gerçi bende kaldı da ne oldu? Bak görüyorsun işte, yaktık devreleri gitti. Şöyle güzel bi tamirci bulamadık.
Yalnız ve deli olmaktan başka seçenek yoktu. Ölüp gitsem daha mı iyiydi? Pes edip kankalarını mutlu mu etseydim?
Ben o kadar basit değilim adamım. Terkettiği gecenin sabahında uykumun çok ağır olduğunu farkettim. O günden beri uyumuyorum, kimsenin de
uyutmasına izin vermem. Kendimi şarj edebilecek kadar gözlerimi kapatmam yeterli. Bir daha güzellikler kandırmaya çalışırsa kanmam.
Aşk romantik bir masa sunup yemeğe davet etse gitmem. Gitsem de mumlarla ateşe veririm mekanı. Aşırı su içirdi sevda bana.
Kaç çift gözün yağmurlarını akıttım ağzımdan, yüreğime. Bilmiyorum. Karnım yeterince tok. Gerçi annem yabancılarla konuşma dediğinde de
dinlememiştim. Hatunun biri çağırdı ve karşı koyamadım, peşinde sürüklendim. Aşağıda yaşıyordum işte eskiden biliyorsun
tanrı, yıkık dökük bir yerde. Hatunun sesinin yukardan geldiğini hissettim, insan sesi gibi değildi. Melek olduğunu varsayıp
kanatlarında yolculuklara çıktım. Yukarılara çıkmaya ilk onunla başladım ve gitgide alıştım, sonra birden çekti kanatlarını. Başüstünde
başladığım ilişki ayaklarının altında paspaslıkla sonuçlandı. Hatamı çok geç anladım. Koklamadan sarılmıştim tenine, kelek olduğunu farkedemedim.
Artık sevmiyorum, öpüşmüyorum ve güzellerle sevişmiyorum. Aşkı zaten sildim sözlükten. Yeni sözcükler yarattım. Bak yine yarattım dedim
senden pekte eksiğim yok. Hani eşsiz ve ulaşılmaz sanıyor bazı arkadaşların kendilerini. Sen dostumsun, sakın buna kapılma adamım.
Yanındayım ve muhabbet halindeyiz. Aşağıdakiler bildikleri, inandıkları tanrılarla bu anları yaşayabilir mi? Hayal bile edemezler be!
Çünkü lafını bile etseler bir korku kaplar içlerini, etrafındakiler şüpheye düşer. Yani yaratmak sana mahsus değil adamım.
Kendi çapımda tanrı sayılırım ama iş teklifinde bulunma sakın. Delilere ya da kaybedenlere hele ayrılanlara bak hiç deme.
Akşam akşam sıkma canımı. Tanrı sordu burada gece gündüz kavramı var mı? Sen güneşi hiç gördün mü? Bak hala neler saçmalıyorsun,
delirtme adamı boş işler tanrısı seni. İlgilenmiyorum ki ben ışıkla falan. Çok kaybettim diyorum işte sana çok, aklının alamayacağı kadar,
yarattıklarının sayısının milyonlarca katı kadar. Siyah filmler çekili benim gözlerimde, hep bir gideni izledim. Algılayamıyorlar artık
ışığı ve diğer renkleri. Aslında siyah harici birde kızılı seviyorum. Bu ikisi beni ayakta tutuyor, aşağıdayken yeşile, maviye meraklıydım.
Dönüp geriye baktığımda çok iyi geldiğini sandığım ama aslında boş olan hayaller kurdum. Başkalarından fotokopi olan sonuçlara vardım
sonunda. Aşağıda bazı yollar çok karışık be dostum. Ben gülerek aşkımın peşinden gidiyordum, caddenin sonu yokluğa çıkıyordu. Bazı sokaklar
hep ıssızdı. Özlem çıkmazlarına da girdim. En şaşırdığım yer orası oldu, gündüz bomboştu. Bir köşede oturmuş kendimce birşeyler yazarak
akşam olmasını bekledim. Bak o zamanlar gece gündüz kavramına sahibim ha! Hatta zamana bile ilgim var saat takıyorum falan! Ayla güneş
yer değiştirir değişmez çıkmaz dolup taştı. Yalnızlıklarımız kalabalıklaştı. Parti zamanı demek istedim ama kimsede eğlenebilecek hal yoktu.
Hepimiz kağıtlar karalayıp durduk, duvarlara resimler çizdik. Partiden daha çok eğlendik. Şarkı söylemek yerine
bağıra çağıra küfürler ettik! Tanrı yalnızlar nasıl mutlu olabiliyor diye sordu? Oluyoruz işte bizimde bazı sırlarımız var ama sana
anlatamam dedim. Bak seni ortaya çıkardım zaten, bırak onlar meslek sırrı olarak kalsın. İşimde iyi ve mutluyum bunu bil yeter adamım.
Gelecek kaygım olmadan, geçim sıkıntım olmadan takılıyorum. Aşağıdakiler gibi zorunluluk ve sorumluluklarım yok. Kariyerimin zirvesindeyim
zaten. Kaybedecek birşeyimin olmaması çokça fayda sağlıyor bana. Çekincelerim yok, sınırsızca saçmalayabilirim ve özgürüm!
Çok kafanı ütüledim be birazda sen anlatsana dedim. Anlamadı tanrı, aşağıdan alışkanlık dedim takılma sen.
Sen niye tahmin ettiğimden çok daha yukarıda ve yalnızsın? Bu karanlık neyin nesi? Bu kadar duman zehirlemiyor mu seni?
Sana benziyorum biraz dedi, sen toplumdan soyutlamışsın kendini. Kendi kendine bir zaman kavramın var, farklı düşünüyorsun, farklı
hissediyorsun, farklı yaşıyorsun. Bende diğer tanrıların olaylarını sevmiyorum, çok sıkıcılar. Birden yüksek sesle gülmeye başladım.
N’oluyor dedi tanrı? Bana yaşıyorsun dedin dostum, nasıl gülmeyeyim. Ben öleli çok oldu, ne zaman gömüldüğümü ve mezarımın
nerede olduğunu bile unuttum. Taşında ne yazıyor hatırlamıyorum. Alçaklar baya derine gömdüler beni. Öyle derin ki ayaklarımın altında
aşırı bir sıcaklık hissediyordum. Cehennemin dibi derdik biz aşağıda sanırım o gerçekmiş. Sonra bir kızgınlıkla toprağı üstümden atıp
yukarıya kaçtım işte. Nasıl buraya çıkabildin? Diye sordu tanrı. Çocukken okuğum bir masal vardı “Sihirli fasulye” ordaki gibi oldu. Gerçi
sen nerden bileceksin o masalı, dur az biraz anlatayım. Fakir bi eleman amcanın tekinden üç beş fasulye tanesi almış satmaya getirdiği
ineğin karşılığında. Tanrı öyle iş mi olur? Diye sordu. Dur dedim, lafımı kesme de dinle! Arkadaşlarının yazdığı senaryoları oynayıp, dublajını yapanları, hayatıma boktan montaj yapanları bölmeden dinledim ben. Eleman bizi mi yiyon lan demiş öyle iş mi olur falan, amcam demiş fazla tıraşlama bunlar sihirli ve paradan çok
daha değerli. Neyse bizimki ikna olup tanelerle eve dönmüş. Annesine taneleri göstermiş. Agresifçe karşılık almış. Annesi hay ben senin
yapacağın işi diyerek, taneleri dışarı atmış, bunu da odasına tıkmış. Sabah uyandığında bakmış taneler ağaç gibi bir hale gelmiş
gökyüzüne doğru çıkıyor. Başlamış tırmanmaya. Yukarda devlerin olduğu bi dünya bulmuş işte öyle şeyler, karışık. Tanrı gülümseyerek kafan gibi dedi. Kafamı böyle aptal şeylere bulaştırıp delirtme beni dedim, sarmaşıkları alıp tıkıyacağım ha ağzına! Bende bir gün mezarımın
üzerine düşen yıldırıma tutunup, sağa sola çarpa çarpa, düşe kalka buralara kadar geldim. Tanrıya Yunanlar sizin Olympos’ta yaşadığınıza
inanıyorlar dedim, yüksek bir dağın zirvesinde. Afrodit’e falan sarkıyormuşsunuz, her gece şarap marap alemlerdeymişsiniz. Tanrı ben öyle
bir yer bilmiyorum dedi, ilk kez senden duyuyorum. Bence de saçma zaten dedim tanrılar içinde de karı kız meselesi olur mu ya?
Eski hükümdarlıklardaki gibi taht kavgaları falan da yapıyorlarmış hatta. Tanrı sen gene iyice çıldırdın dedi. Adamım dedim kaç zamandır birlikteyiz
anlayamadın mı hala sen benim olayımı? İnaçlarım, bağlılıklarım yok benim. Deliliğim en büyük tutkum ve onu da kaptırmaya niyetim yok.
Yiyorsa gelip alsınlar!