Uzun zamandır suskundum susuzluğuna. Dilim damağım kurudu aşka. Yazmayacaktım. Yazmazsam yaşayamaz; yaşayamazsan acıtamazdın içimi. Yazdığım satırların hangisinde sen varsın bilmiyorum. Her yanı senken hangisinde aranabilirsin ki?
Suskundum… Susacaktım. Ağlayıp yanaklarını ıslatacak; ama yine de susacaktım kendime. Kelimelerin anlam yoksulluğu içinde acizce kaldığı hallerde, konuşmak neye yarayacaktı? Sustum… Günlerce, haftalarca, aylarca sustum. Sesinle yazdım adını suskunluğuma. Gözlerinle dalıp gittim çok uzaklara. Sessiz, sakin, suskun…
Suskundum… Anlatacak kimsem kalmadı seni. Beni dinlemediklerinden değil, artık sana değmediği için anlatamıyorum kimseye. Haybeye çırpındığımı söyleyenler; söyledi, söylenmeyecekleri. Söylendikçe can yakan ” o gitti, yeter artık! ” cümlelerini pervasızca savurdular suretime.
Suskundum… Söylenilenleri umursamazca yaşattım seni. Şizofren bir hayata tabi tuttu aklım. Neyi düşlediysem onu yaşatıyor kendince. Kendimde olanlar bende aşk; onlarda deli olduğumu gösterdi defalarca. Öyle ya durakta bile kendi kendime konuştuğumu sananlar var burada. Onlar nerden bilsinler ki seni; göremiyorlar…
Suskundum… Seslenişlerle anlatamadıklarımın imdadına ellerim yetişti. Yazarak can verdi iç sesim sana. Aklımın satır aralarında sayfalarda can buldu bedenin. Yazdım senı adını gizleye gizleye. ” Sol Yaram ” oldu adın. Herkeste saklı bende baki kaldı sen. Ve ben hep:
” Suskundum..! ”