Evvel zaman içinde, yoksullar handa, beyler, konağında yaşarmış. Buna öfkelendim. Bir hayli söylendim. Aldım başımı çıktım dışarı. Görmeyin gidişimi. Bakmadan sağa sola, düştüm bir yola. Az gittim, uz gittim. Dere tepe düz gittim. Çayır çimen geçerek. Arpa buğday biçerek, soğuk sular içerek, altı ay bir güz gittim. Sonunda vardım bir tepeye. Bir de ne göreyim? Yedi tepesinin yerini yeller almış, isinden, pusundan yüzü kararmış bir memlekete gelmişim. Sağa baktım, sola baktım, denize baktım, yola baktım. Vay benim çileli başım. Kuyuya düşmüş aşım. Neler gördüm geçirdim. Tillahi böylesini görmedim. Birisi demiş maval, beriki demiş martaval, al sana yalan, gerçek bir masal.
Şehri İstanbul derler; memleketin birinde fakir mi fakir bir karı koca yaşarmış. Bu ailenin biri kız, ikisi oğlan üç evladı varmış. Gayri fakirlikten olsa gerek, evin babası pek hiddetli, pek öfkeliymiş. Akşam olup da baba, evin kapısını çaldı mı, tüm ev halkı korkusundan yaprak gibi titrermiş.
Gel zaman git zaman evin annesi, bakımsızlıktan bir illete tutulmuş. Yıllarca düşe kalka taşıdığı yükü, minicik kızı, Süheyla’nın sırtına devirip, ebedi bir uykuya dalmış. Süheyla daha dokuz yaşındaymış. Komşu teyzelerin konuşmalarından, abla olmanın ehemmiyetini anlamış. Kardeşlerini öpmüş, koklamış. Bir göz evini derlemiş toparlamış. Annesinin yokluğunun tek avuntusu, babasının durulmasıymış. Süheyla’nın babası akşamları eve gelir, kimseye bağırıp çağırmadan yuvarlanıp uyurmuş. Günler geceyi kovalamış, geceler günleri. Bir gün Süheyla’nın babası erkenden evin kapısını çalmış. Süheyla’nın saçını okşamış. Süheyla şaşırmış. Minicik kalbi, fıkır fıkır kaynamış. İlk defa anasının yokluğu onu sevindirmiş. Sonra ayıplamış kendini. İçinden binlerce kez özür dilemiş. Başlamış babasının, daha önce hiç görmediği gülüşünü izlemeye.
– Bak güzel kızım. Sen artık büyüdün. Biliyorsun artık anacığın da yok. Ne yapalım onun da yazısı buymuş. Bu evin anası artık sensin. Ananın yaptığı ne varsa, artık senin başında.
– Biliyorum babacım. Komşu teyzeler de söyledi. Ben kardeşlerimin her bir şeylerine yeterim. Sen merak etme. Hem anam da az biraz öğrettiydi yemek pişirmesini.
-Hay benim akıllı kızım. Dünyalar güzeli can kızım. Aferin sana. Peki, söyle bakalım bana. Bundan başka ne iş yapardı anan bu evde
-Ne iş yapardı?
– Ananın yanı benim yanımdı. E sen de artık anan yerinde olduğuna göre, senin de yerin benim yanım. Oldu mu benim ak pak kızım
– Yani ben senle mi uyuyacağım baba?
– Tabii ya! Anan uyumaz mıydı benle?
– He uyurdu valla.
– İşte doğrusu da bu. Anası yerine geçen kızların hepsiciği babasının yanında uyur. Babası onu sever, koklar. Emi, benim hanım kızım.
Babasının son sözleriyle rüya denizlerine dalmış Süheyla kız. Şimdiye kadar onun hiç böyle uzun uzun bağırmadan konuştuğunu duymamış. “Babam beni sevecek! Keşke, kardeşlerimi de sevse” diye geçirmiş içinden. Çocukluğunda annesinin anlattığı bir masaldaki, üvey ana düşmüş aklına. Anasını üzdüğü zamanlarda, “Ben ölürsem, baban başka karı alır sen de kül kedisi olursun” der, korkuturmuş Süheyla’yı anası.
– E Süheyla kızım niye sustun?
– Yok, babam. Bir şeycik sorsam kızar mısın bana?
– Olur muymuş? Sor bakalım.
– Komşu teyzeler konuşurken duydum. Biz küçüğüz diye sen başka kadın alırmışsın bize baksın diye. He mi?
– Eh, sen ananın yerini tutarsan, napayım ben başka karıyı?
– Tutarım baba. Sen hiç tasalanma.
Süheyla, o günden sonra birden serpilmiş. Babasıyla uyumaya başladıktan sonra boyu uzamış, kalçası yayılmış. Günler geçtikçe aynada, anasını görür olmuş. Süheyla, anasına benzedikçe sevinirmiş. “Babam başka karı almaz artık.” diye gerinirmiş. O da anası gibi, babası olmadan evden çıkmazmış. Arada bir canı oyun oynamayı çok istermiş ama babası yine eskisi gibi hiddetli olduğundan bir türlü cesaret edemezmiş.
Süheyla bir gün yemek pişirirken, komşu evden gelen gürültüleri duyunca, merakla cama çıkmış. Babası komşularla konuşmasını yasak ettiği için bir şey soramamış ama karşı evdeki komşu teyzenin öldüğünü anlamış. “Keşke babam kızmasaydı. Gidip, bakardım.” diye söylenmiş. Pencereyi kapatıp işine dalmış. Aradan gün geçmiş. Süheyla yerleri silerken kapı çalmış. O saatlerde birinin gelmesine alışık değilmiş. Korkarak kapıyı aralamış. Gelen, ölen komşu teyzenin kızıymış. Süheyla saate bakmış. Babasının gelmesine epeyce vakit olduğunu düşünüp açmış kapıyı. Süheyladan birkaç yaş büyük olan Melek ürkek ürkek içeri girmiş. Süheyla, Melek’in yaşlı gözlerine bakıp onun neden geldiğini anlamış. Bir süre hiç konuşmadan beklemişler. Melek dayanamayıp, başlamış feryad etmeye:
– Kendi küçük, kalbi büyük kız, güzel kız. Söyle bana nasıl alıştın?
Süheyla, büyük bir şefkatle, Melek’e bildiklerini bir bir anlatmış. Bundan sonra babasının onu ne kadar çok seveceğini ballandıra ballandıra söyleyip biçarenin yüreğine su serpmiş. Melek, Süheyla’yı dinlerken ağlamayı bırakmış. Süheyla anlattıkça Melek’in iri gözleri biraz daha açılmış. Süheyla anlatmış, anlatmış anlattıkça açılmış. Melek bir delik bulur bulmaz, hiçbir şey söylemeden, sanki kaçar gibi çıkıp gitmiş. Süheyla, buna hiçbir anlam verememiş. Melek’in her şeye bir an önce alışabilmesi için dua etmiş.
Aradan birkaç gün geçmiş. Süheyla evde temizlik yaparken yine kapı çalmış. Melek’in geldiğini düşünerek, kapıya koşmuş. Kapıyı açtığında karşısına hiç tanımadığı iki amcayla bir teyze çıkmış. Süheyla’yı almışlar , bir arabaya bindirmişler. Süheyla’nın arabanın camından, evine doğru baktığında gördüğü son şey Melek’in korku dolu gözleri olmuş. Süheyla o gözleri ömrü boyunca hiç unutmamış… Kimse muradına ermemiş, kerevetler boş kalmış. İnsanoğlu inanmazmış her duyduğuna işte burda son verdik bu masala. Gökten üç elma düşsün, böyle masal olmaz diyenlerin başına…