Şehrin dışında, yaklaşık 5-6 km uzaklıkta, dış cephe boyaları dökülmüş -kalan boya izlerine bakılırsa bir zamanlar kırmızı tonlarında bir rengi olan- izbe görüntülü kent moteli.
Motelin sahibi yaşlı adam her sabah olduğu gibi yine berbat bir baş ağrısıyla uyanmıştı. Dün gece resepsiyonu kapadıktan ve yerini gece bekçisine bıraktıktan sonra, hep yaptığı gibi içki şişelerine sarılmıştı. Dün gecenin doğal sonucu olarak yine midesi yanıyordu. Küfürler savururarak resepsiyondaki yerine geçti. Telefonun ahizesini yavaşça kaldırdı, numaraları çevirdi;
– Rıza bana büyük bardakta bi çay 2-3 tane de poğaça gönder çocukla.
– Abi çocuğun işi var ya..
– Başlatma lan işine yolla hadi!
“Deyyus..işi varmış.. lan iki dakikalılık yol epi topu.”
Kendine kendine söylenirken temizlikçi Nurten Hanım asansörden elinde kovalarla çıktı.
-Orhan abi, bak haberin olsun on iki numara dün de kapıyı açmadı.. Oda kaç haftadır temizlenmedi.
– Yine mi açmadı ? lan yettiyse yetti bu da bee.. sorarım ben ona, sen işine bak.
Nurten hanım sessizce yok oldu resepsiyondan. İhtiyar adam masanın sol çekmecesinden büyükçe, lacivert kaplı bir defter çıkardı. Müşterilerin bilgilerini tuttuğu defterin sayfaları arasında, küçük siyah gözlerini gezdirmeye başladı. Bir iki sayfa geçtikten sonra aniden durdu. On iki numarada kalan keş üç haftadır para da ödemiyordu. Oturaklı bir küfür savurdu;
“O….. çocuğu!!! Kızılay mı lan burası!!! p.. kurusu.”
Çayı ve poğaçaları gelmişti; hızlı hızlı yedi. Yer yemez de kapıdaki bekçiye;
“burda bekle az, geliyorum şimdi” dedi ve kendini asansöre attı. On iki numaranın bulunduğu katta indi. Oda kapısına burnundan soluyarak geldi, kapıyı sertçe yumruklayarak;
– Uyan lan! kaç haftadır ne para ödüyorsun ne de odayı temizletiyorsun..!!
İçeriden yarı uyanık yarı uykulu bir ses;
– S..tir git lan..!
– Bana ha! itoğlu sen o parayı yarın sabaha kadar ödeme bakalım kim s..tir olup gidiyor!
Ağzından köpükler çıkararak ve tüm katın duyacağı şekilde küfürler savurarak, asansöre doğru yavaş adımlarla yürüyüp, al kata; resepsiyona döndü.
Odada kalan genç adam, en fazla yirmi yaşlarının sonundaydı. Fakat zayıflamış yüzü, gölgeli göz altları ve uzamış sakallarıyla otuz beşten fazla gösteriyordu.
Kaldığı odanın görüntüsü de kendinden farksız değildi;
İlk bakışta güzel bir temizlikle ve toparlama ile çok daha iyi bir yer olabilirdi. Ama genç adam, haftalardır temizlikçiyi içeriye almıyordu. Zemin gazete kağıtları ve toz toprak, çarşaflar, yastık pislik içindeydi.
Köşedeki masanın üstü içki şişeleri, sigara paketleri ve kullanılmış şırıngalar ve bunlar gibi bir sürü ıvır zıvırla doluydu. Camlar sımsıkı kapalı, perdeler örtülüydü.
Motel sahibinin kapıyı yumruklayıp, alt kata inmesinden bir iki dakika sonra, genç adam zorlukla yerinden doğruldu; yine çok yorgun hissediyordu, gözlerini kısık bir halde açtı. Başında ve tüm bedeninde korkunç ağrılar vardı.
Köşedeki masaya doğru hamle yaptı, sandalyeye kendini bıraktı. Masanın üstünde, dün geceden kalma yarım kuru ekmeği zorlukla ısırdı. Yarısı dolu içki şişelerinden birini kafasına dikti… kahvaltı bu kadardı işte.
Masanın üstündeki ıvır zıvır içinden bir şeyleri aramaya koyuldu. Masa üstündeki yere doğru savuruyordu.
O anda, uzun zamandır gazete yığınlarının altında kalmış; hafifçe solmuş ve köşelerinden kıvrılmış olan bir fotoğrafa gözü ilişti.
Fotoğrafta kendisine oldukça benzeyen orta yaşlarda bir adam ve bir kadın beyaz bir kanepe üzerinde
oturuyorlardı. Kanepenin hemen arkasında, ayakta duran bir genç kız ve ona belinden sarılmışmış olan kendisi vardı.
Titreyen ve hafifçe nasır tutmaya başlayan ellleriyle fotoğrafı okşadı.
” Annem… Babam… Meryem’im…”
Gözlerine hucüm eden yaşlara engel olamadı .
Uzun zaman sonra, hem de hatırlayamadığı kadar uzunca bir zaman sonra ağlıyordu. Masaya kapaklandı.
O kısacık dakikalarda, içinde sakladığı ve günden güne biriktirdiği tüm hüznünü boşalttı.
Birkaç dakika sonra -göz yaşları dindikten sonra- fotoğrafa sertçe baktı ve aniden odanın bir köşesine fırlatıp attı.
Tekrar masaya hücum etti; aceleyle aradıklarını buldu.
Lastik boruyu hızlıca sol koluna bağladı, kullanılmış şırıngalardan birini bulup, işleyip işlemediğini kontrol etti.
Masadaki yarı yarıya bitmiş olan mumu çakmağıyla yaktı. Son kalan eroinini bir kaşıkla sıva hale getirip şırıngaya aldı.
Her zamanki dozdan çok daha fazlaydı bu. Böyle istiyotdu buna ihtiyacı vardı.
İğneyi şırıngaya taktıktan sonra sol koluna bağlı hortumu bir kez daha kontrol etti ve eroini vucüduna enjekte etti… kalan bir kaç yudum içkisini de aceleyle kafasına dikti.
Yavaşça gözlerini kaymaya başladı. Oda, eşyalar herşey dönmeye ve git gide silinmeye başladı.
Oda yoktu… fotoğraf yoktu… anılar yoktu… acıları yoktu…
hiç olmadığı kadar mutlu ve huzurlu hissediyordu… her şey bitmişti.
Ertesi sabah motel sahibi yaşlı adam kapıya dayandı. dört, beş kez kapıyı yumrukladı, bağırdı çağırdı, küfür etti fakat cevap veren olmadı.
Elindeki yedek anahtarla kapıyı açtığında masanın yanına düşmüş olan genç adamın soğumuş bedenini buldu.
Telaşla ve lanetler savurarak aşağıya resepsiyona indi; telefona sarılıp polise haber verdi.
Özgür.