Küçüldükçe küçülüyor gözlerim. Galiba o bahsedilmeyen his bu; ölmek üzereyim. Ama sesleri duyar gibiyim. Bağrışmalar, çığlıklar, kulağıma yakın bir yerde ağıt, yalvarış…
Soğuk bir yaşı gözün.
Üşüyorum, üzerimi örtün.
Birisi dayanak olmuş omuzlarıma, bir el dokunmuş. Dur, fazla bastırma. Acıyor, acıyorum. Son ana kadar tek silahım, tek emelim; elim. Ellerim. Kalkmıyor göğe. Bir işaret çakmak ister hislerim. Ellerim, yhadi bir gayret, son bir kez fikrime destek verin. Etmeyin; eylemeyin.
Kıyafetsiz kaldığı an sözün.
Üşüyorum, üzerimi örtün.
Gitmek mi üzereyim?
Daha bir ay parçasının göz bebeklerine giremeden, atamadan kendimi denize daha, aşık olamadan, canım yanmadan, can yakamadan, canım kızım; aslan oğlum diyemeden, annemin vasiyetini yerine getiremeden, babamın çiçeklerine can suyunu dökemeden, bu seneki taşıtlar vergisini vermeden, kirayı ödemeden, görüşemeden, bükemediğim eli öpemeden gitmek mi üzereyim?
Gitmek mi üzereyim? Götürecek misin ölüm?
Üşüyorum, üzerimi örtün.
Dilimde bulanık bir tat, aşinasız. Serin yaz günü. Tükürülmüyor. Dur bir dur. Nefesim…
O rüzgar yine esiyor.
Duyulmuyor mu sözüm!
Üşüyorum, üzerimi örtün.
Bu ne şimdi? Sırası mı? Son lahzada bir katre Sırra Kalem’e :
‘gözlerin önünde diz çöker gözlerim
ben senin aynandaki izlerim
dökülen sözler
şiir rahmetinde fikir selim
sen benim arayışımdaki nihayetim
ben senden ibaretim’
Yazmalı bunu. Bir parçaya…
Üzerine bir şeyler karalanabilecek bir parçaya.