+ Anlamıyorsun, lanet olsun! Beni anlamıyorsun!
~ Güzelim, ben salak mıyım ki anlamıyayim? Anlatmıyorsun ki, son yarım saattir bağırıyorsun, hala neden olduğunu söylemedin.
+ Salaksın evet! Aptalsın sen! Ne olduğunu görmeyecek kadar aptal!
~ Göremiyorum, tamam kabul. Göster madem, benim de üzerinde düşünecek şansım olsun.
+ Ya göstersem ne değişicek?! Yine anlamıyacaksın!
~ Bir deneseydin…
+ Bir de dalga mı geçiyorsun?
~ Hayır geçmiyorum. Sadece şu yaşadığımız durumu gülünç buluyorum.
+ İyi, istediğin kadar gül, git başka yerde!
~ Önce şu sesinin yüksekliğini bir ayarlayıp sakinleşebilir misin? Sonra sabaha kadar konuşabilir, tartışabiliriz istersen.
+ Dokunma bana! Çekil! Şu anda bağırmak en doğal hakkım benim!
~ Benim hakkım da azarlanmak mı?
+ Ne sırıtıyorsun salak gibi!? Hala utanmadan gülebiliyorsun ya!
~ Sen de bağırıp çağırıyorsun, hakaret ediyorsun utanmadan. Hangisi suç?
+ Çok şey biliyorsun sen! Seninle konuşuyorum, sırtını dönme bana! Dışarısı daha mı önemli şimdi?!
~ Kızıyorsun sonra. O yüzden camdan gülüyorum işte ben de, görme diye.
+ Hiç gülme, nasıl fikir?!
~ Fikir anlaşılır, ama uygulamada yetersizsin. Tutamıyorum.
+ İnanamıyorum şu yaptığına ya!
~ N’apıyormuşum ben, bir söylesen. Anlamaya çalışıyorum, ama imkan yok. Israrla paylaşmıyorsun derdini benimle.
+ Sen bunu hep yapıyorsun, sadece bugün değil ki! Ben söyliyemem, senin anlaman lazım!
~ Tamam, belki de benim anlamam gerekir. Ama öyle değil işte. Tamam kabul, salağım ben, aptalım, gerizekalıyım. Demek ki açıklaman gerek bana, kendim çözemiyorum gördüğün gibi.
+ Olmaz! Ya, ol-maz! Kafayı yiyecem ya!
~ Hep takım kıyafet giyelim istemiyor muydun zaten? Kardeş kardeş gezeriz yenmiş kafalarımızla.
+ Hayvansın sen! Öküz!
~ Bu olay artık gerçekten anlamını yitirmeye başlıyor…
+ …Ne demek bu şimdi?… Hey, n’apıyorsun? N’apıcaksın ayakkabıyı?… Kime diyorum?
~ Giyiniyorum, yavrum benim.
+ Kaçıyor musun?
~ Kaçmak değil. Kalabilmek için yeterince dil döktüm.
+ Bu kadar mı yani?
~ Ne kadar olduğunu tamamen senin o güzel ellerine bırakıyorum. Şimdi gidiyorum, konuşulabilir duruma geldiğin zaman ararsın beni, söylemek istediğin bir şey kalmışsa bir de… Bırak, çekme şu kolumu.
+ Ya gitme! … … Neden sarmıyorsun kollarını?
~ Sence de saat biraz geç değil mi sarılmak için?
+ Bunun erkeni, geçi olur mu?
~ Ben de düşünmezdim. Ama oluyormuş. Sarılmak için bir çok anı pas geçtik bugün. Şimdi bir anlamı kalmadı.
+ Gitme…
~ En doğrusu ama.
+ Özür dilerim.
~ Dileme. Nasılsa tekrarlıyacaksın… Bırakıcak mısın artık?
+ Ya, sen beni bilmiyor musun?
~ Sen söyle. Biliyor muyum? Ben emin olamıyorum.
+ Ben senin ilgini çekmek için yapıyorum bunları…
~ Benim ilgim seni ilk gördüğüm anda tamamen senin üzerine yoğunlaştı zaten. Seninle ilgilendiğim dakikaları nelere harcıyoruz, görmüyor musun?
+ Anlamıyorsun işte.
~ Bak, hala… Ya yeter be, yeter! Anlatmıyorsun!
+ … … Bu sabah, parkta otururken… Artık kollarını bana sarabilir misin lütfen?
~ …
+ Bir bir parmak uçlarımdan öptüğünde…
~ …
+ Hala anlamadın mı?
~ Bu hep yaptığım şey. Hoşuna da gidiyor, biliyorum. Bunca sıkıntıya nasıl yol açmış olabilir, anlayamıyorum, evet. Ve altından ne çıkıcağını çok merak ediyorum.
+ …
~ Ağlama. Bu kez ağlayarak haklı çıkmana izin vermem.
+ Sen de ağlıyorsun…
~ Sen beni bilmiyor musun?
+ …?
~ Ben sinirlenince gülerim. Daha çok sinirlenince, ağlarım.
+ Ağlama.
~ Devam et sen.
+ …Onca insanın içinden… Sen tuttun hepsinden çok beni sevdin… Ben bu kadar sevmeyi başaramıyorum. Sevilemiyorum da…
~ …
+ …Sarılacak mısın artık?
~ … … Yetebilecek miyim diye sor.
“…, ben de azarlanınca Sevgi’nin böyle kötü yanlarını ve çok güzel olmadığını filan hatırlardım, neden hatırlardım? Neden öfkelenirdim? neden neden…”
Oğuz Atay – Tehlikeli oyunlar
tayfununkalemi.blogspot.com