Bir âşık düştü kendi bembeyaz yüreği acılardan kırılmış kâğıdın tam ortasına, bir de gözleri semadan mavi saçları zifiri karanlıktan daha koyu maşuk… Bir de adına aşk dedikleri bir şey düştü ki bu âşıkla maşukun yanına ikisi de nerden geldiğini bilmedikleri bir sızı hisseti yüreklerinde. Âşık diyemedi gönlündeki narın büyüklüğünü, maşuk hissedemedi aşkın oduyla yanan aşığının ahvalini… Lakin kendi de hissetmekteydi bu tarifi imkânsız duygunun azametini… Birbirlerinden habersiz büyüttüler aşklarını yüreklerinde. Sevda dediler bu duygunun adına, kara sevda dediler de ele avuca hiçbir yere sığdıramadılar bu duyguyu. Nereden peyda olmuştu, nasıl vasıl olmuştu, nereden onları bulmuştu bilemediler. Bir bilinmezlik diyarına sürüklendiler de vazgeçmediler peşinde gitmekten. Aşk sarhoşu olmuş vaziyette sürüklendiler de sürüklendiler. Lakin kimse onlara dur demedi, diyemedi. Ne birbirlerini görmüşlükleri, ne birbirlerinin gözlerinin içine bakmışlıkları, ne birlikte türlü hülyalara dalmışlıkları vardı. Fakat birbirlerinin hayatlarına bir şekilde tesadüf etmişlerdi. Onlara tüm bunları yaşatan tek bir duygunun büyüklüğüydü; sevda…
Âşık, maşuktan gelen sevda narını kendine nimet saymış bu narla günden güne yanmaktaydı. Bundan ne maşuk haberdardı ne bir başkası. Zaten sevda da gizli olmaz mıydı? Kendilerine dahi itiraf edemedikleri sevda odu tüm vücutlarını sarmış da ikisi de bundan ne bir şikâyette bulunur olmuşlar ne de bir sitem kelamı çıkmış ağızlarından. Bu bilinmez duygudan yeni bir duygu hâsıl olmuş içlerine. Adına hasret demişler, adına özlem demişler, adına yanmak demişler, adına yok olmak demişler, adına ben sen iken biz olmak demişler, adına özleyiş demişler, adına iç çekme demişler… Âşık da maşuk da bir hasret-keş olmuş leyal-i hasrette birbirlerine hasret-name yazar olmuşlar… Lakin ne âşık ne de maşuk bir beyaz kâğıt üzerine sevdiklerinin adını yazmaktan öteye geçememişlerdi. Her ikisi için de lügatlerindeki tek kelime sevdaları olmuştu.
Yar oturmuş yüreğimizin üzerine de buyur diyor, söyle diyor, eller kâğıt kalem oluyor yazıyor da dile getiriyor gönüldekini… Kâğıdı dile getiriyor, kalemi dile getiriyor da yine de yetmiyor gönüldekini anlatmaya…