Yağmur az önce dindi. Buğulanan camdan salyangoz hızıyla toprağa inerken damlalar, mahallenin boş sokakları bir tekirin mırıltılarıyla yankılanıyor. Şu tuhaf görünümlü ihtiyar kadın, yeni saksılar mı koymuş cam kenarına? Ah gördün mü ya, Melek saçlarını boyatmış yine. Kızıl değil miydi geçen sefer ki, koyu kestane de çok yakışmış hani. Bu mahalleye taksi pek gelmez. Kim acaba o arabadan inen. Hem de bu saatte? Amaaan sende ne yapacaksın kimse kim… Yukarı bak!.. Güneş bulutlardan sıyrılıyor. Birazdan gökkuşağı çıkar. Sahi sen hiç kapıldın mı gökkuşağının büyüsüne? Çocukken bir kez. Hatırlıyor musun peki? Hayal meyal. Anlatsana. Olur hatırladığım kadar. Bir kerpiç dam, iki oda bir mutfak hani şu ocağı içinde olan; üstünde konuklar için çay, çorba; horanta için ekmek pişirilenlerden. Duvarları kireç kaplı.Tavanı, çorak altı kavak; tabanı, çorak üstü muşamba. Sobada tezek, avluda yemleyen tavuklar bir de dalkavuk horoz. Bahçede piç bir erik, yanında dalları vişneye hasret hoyrat bir ağaç. Baharda dikilmiş üç beş domatesin yanında sırık fasülyeler, hemen yanında bal kabağı, kül kedisiyle tanışmak hevesinde; hayallere dalmış. Zemin bozuk; cüzzamlı hastalar gibi ecüş bücüş. Taş duvarlar üstünde kurumuş iğde dalları. Damlar baharda papatya bahçesi; ister topla komşu kızı için, taç yap; istersen yaprak falına bak. Bir çeşme, çeşmede bir oluk, oluk serin hava sıcak , ister kurbağalama, ister kelebek istersen balıklama… Çok anlattık… Nerde kaldık? Burada, gökkuşağının büyüsünde. İşin aslı benim için büyü, onun renklerinde… Hayal meyal kıt kanaat, aklım erdi hatırladım. Kırmızı bir entari vardı üzerinde onu ilk gördüğümde. Saçları beline kadar, belik örmüş birisi. Anam, babam, kardeşim, emmim, dayım, ben birde ötekiler.Tek renk sanırdım kahverengidir hep gözler, lakin yeşildi işte onunkiler. Elinde bir top kadife çiçeği hem de turuncu, kayıp düşüyor aradan bir kaçı. Almak için eğiliyor, sarı papuçları takılıyor gözüme, gülüyorum kendi kendime. Hiç sarı papuç olur mu; papuç dediğin siyah olur, bir de siyah olur. Hasır çantası sıyrılıyor omzundan taaaa bileklerine kadar. Üstünde kocaman bir nazar boncuğu, içinde mavinin her tonu. Kem gözlere inat, nazardan uzak. Bir anda mor bulutlar beliriveriyor gökyüzünde. Sonra siyaha çalıyor ve damlalar halinde düşüyor elime. Ben, bronz bir heykel gibi kaskatı, donuk ve ıslak. O, ise bir elinde şemsiye ufukta nokta.
Ve lacivert gökyüzünde beliren o yedi renk…
Yıllar sonra “Sen hiç kapıldın mı gökkuşağının büyüsüne?” diye sorduklarında ben cevap veriyorum: ” Evet bir kez, çocukken. Ama asıl büyü onun renklerinde”….