”Gecenin kendisine gizem katmadığı bir insan var mıdır?” Diye geçti kafasından. Her gece olduğu gibi arayışlar başlamış , bütün fikirler anlam bulmak üzre zihninin katmanlarında sıraya geçmişlerdi. Nefes aldı , içi üşüdü. Bir ağırlık ve korkudan oluşmuş bir çeşni kalbine serpiliverdi. Gece hep böyle olurdu.Sebepsiz bir korkunun ve bilinmez bir şeyin belki de gerçekleşecek bir afetin sinyallerini hisseder , o vakit kendinin doğaya hükmeden değil de sadece ona ait bir parça olduğunu anlardı.Korkutulurdu.Gece zaten neredeyse hiç konuşmadığı için kendi nefes alıp verişini dinleyen vahşi bir hayvan gibi hissederdi.Böyle bir hissin var olduğunu düşünürdü.Tüm bu korkular, gecenin fısıltılı esen rüzgarları , karanlıktakiler ve yarı gölgeliklerin karanlığa hükmedişi oldukça heves vericiydi.Tüm zıtlıklardaki kaide, zıtlıkların birbirlerini fark ettirmeleri olsa da, gecenin, gündüzle var oluşundan ziyade ona ihtiyacı yok gibiydi.Gecenin, gündüzün ışıksız hali olmadığı aşikardı.Arkasına baktı.Otuz yıldır olduğu gibi arkasında var olduğunu düşündüğü şeyi göremedi.Sonra adımları hızlandı.O hızlandıkça arkasındaki rüzgar da hızlandı.Kovalanıyormuş gibi hissetti.Bu sefer arkasına bakmadı.İçine oturmuş mistik ağırlığı hızlı ve mantıklı açıklamalarla düşünerek yok etti.Hiçbir zaman göremediği bu varlıkları bu yolla kafasından silemese de şimdilik unuttu.Kısa bir an uyumak üzere olduğunu fark etti.
Eline aldığı kutuyu yavaşça vitrinin önüne koydu. Dikkatlice kapağını açarak içine tedirgin bir bakış attı. Hemen sonra kalbi ferahladı ve yüzüne yansıdı. Gözlerin içinde, satıcının elindeki uçan balonlara tek tek bakan bir çocuğun mutluluğu vardı.Hepsine hızlıca baktı , hakim oldu. Rengarenk mumları tek tek kutudan çıkarıp vitrine dizdi. Mumları dizerken müşterinin ilgisini çekmeye çalışan sahtekar manavlardan çok bir sanatçı gibi içinden geldiği gibi yaptı.Zira her gün farklı bir örüntüyle diziyordu bu mumları.Oysa babası ona bir düzen öğretmiş, kısa ve kalın olanları en üst raflara , uzun ve ince olanları ise en alt raflara dizmesini söylemişti hep.Renklerin de karmakarışık gözükmemesi gerekirdi.Müşteri rahatlıkla seçebilmeliydi mumları.Bu yüzden kırmızı olanlar sağda , mavi olanlar solda olmalı ve arasındaki renkli mumlar da birbirine yakışacak şekilde bir sırayla dizilmeliydi.Babası altı sene önce ölmüştü.Hayatını mum yapıp satmakla geçiren Hüseyin Efendi’nin oğluna emanet ettiği bu meslek artık gecelerin ışıklanmasıyla yok olmaya yüz tutmuştu. Yine geceleri sokaklarda işe yarayan veya icra edilen bir çok meslek yok olmuştu. Hepsinin yerini pencerelerden fışkıran sarı ışıklar yahut meyhanelerden çıkan bağırışlar almıştı.-Nadir de olsa- sokaklarda bağırıp boza satanları görmek insanlara geçmişi hatırlatır hale geldi.Mumları dizmeyi bitirip dışarı çıktı ve onlara karşıdan baktı. Yüzünde bir mutluluk filizlendi. Akşama doğru renklerin birbiri üstünde kıvamlıca erimeye başladığı vakte kadar üç tane kalın-kısa kırmızı mum ve iki tane de uzun eflatun mum sattı. Sonra hava kararmadan dükkanı kilitledi.Hızlıca yoluna koyuldu.Tüm varlık bir anda değişti , geceye kavuştu. Kendisini hiç görmediği o karanlıktaki varlık gibi hissetti.Ne olduğunu bilmediği bir şeyin gözünden bakabilmenin ancak gece mümkün olduğunu anladı. İdrakı bununla sarsıldı. Gece ve gündüz onu iki farklı kişiye ayırmış, gündüzün rutinleri ve gecenin bütün hevesleri tek bir fikirde ilk defa akla gelmişti. Tekrar tekrar sarsıldı.Ne tarafta olduğunu anlayamadı.Kendisini uzaktan seyretti.Zaman durdu.
Bazen birden fazla kişinin tek bir bedende dünyayı adımladığını görmüşsünüzdür.Tabi ama belki de kendize bakmayı unutmuşsunuzdur.Ve sonra bir gün sarsılırsınız.