https://www.facebook.com/adem.korkmaz.321?ref=br_rs
Gecenin 3’ü, kulaklarımda Oi Va Voi karanlığı dans ettiriyor. Büyükten bir balkonun kenarına konumlandırılmış, üçlü bir kanepenin üzerinde uzanıyorum. Zaten hasta olan bedenimi daha da zarar görmemesi için balkonun bir kenarına daha önceden kullanılıp atılmış ince bir polar battaniye ile sarıyorum ne kadar yarın olduğunda bunun pek kar etmemiş olacağını biliyor olsamda.
Yarım saat kadar süren bir telefon araması bir parça kağıt ve kalemi bulma arayışına sokuyor beni ve aynı telefon görüşmesinde söylenen bir çok sözle düşüncelerimde yer ederken-bir kenara attığım dizüstü bilgisayarıma sarılmanın daha kolay olacağına karar vermeme neden oluyor. Günlerdir arayıp sormadığım -ki kaçtığım demek daha doğru olacak- bir insanın şikayetleri, önerileri ya da istekleri bazı farkındalıklara sebep oldu gecenin bu yarısında. Ve diğer yarısıda düşünmeden geçmeyecekti. Düşünmeden sağlıklı ve mutlu bir uykuya yatamayacaktım(uykunun nasıl olması gerektiği tartışılmaya açık). Zaten bu sabaha kan ter içinde uyanmamı sağlayan kabuslarımda uyumaya olan düşüncemi bir kez daha irdelememe sebep olmamış değildi.
Yine günlerce kaçmıştım bana yakın olan birinden, içimi döktüğümden ve beraber toplamaya çalıştığımdan. Bu sık kaçışlarım usandırmıştı artık onu. Saatlerce kızmasını, bağırmasını, şikayet etmesini umduğum insan(ben olsam öyle yapardım) çok sakindi. Bu sık kaçışlarım beni bile usandırmıştı artık. Korkak bir adam olduğumu kabul etmiyor değildim. Ama kaçışlarım anlamsızdı, biliyordum. Bir ‘merhaba’dan bir ‘nasılsın’dan neden kaçardı ki insan? Dengesiz kaçışlarım dengesiz ruh halimin bir yansımasıydı süphesiz ama kabul görülebilir değildi artık.
Son bir sene her şey için çözümüm kaçmak olmuştu. Sıkıldığım anda susuyordum. Bir mesaj bir arama bir çağrı bana ulaşmak için yeterli olmuyordu. Zamanım yok demekte anlamsız geliyordu. Sonuçta bir gün bana 24 diğerlerine 48 saat değildi. Hepimiz aynı zaman kavramı içinde kızarıp kavrulurken ‘zamanım yok’ demek saçmalıktan öteydi.
Bu anlamsız kaçışlarım iki kişinin arasındaki konuşmanın konusuydu bu gece yarısında. Bu şekilde kaçışlarımın beni mutsuz edeceğini söylerken nasıl mutlu olacağımı benden başka kimsenin bulamayacağını ekliyordu ben araya girmeden. Ona da söylemiştim. Herkes nasıl mutsuz olabileceğim hakkında fikirler ortaya atarken beni neyin mutlu edeceğini neden ben bulmak zorundaydım? Bu sorumun cevabını da ben bulmak zorunda kalacaktım tabii. Konu çok dağılmadan kaçışlar’a gelmişti tekrar.
Balkonun kenarında bir yer edinmiş, usulca dinliyordum. Tenime sürtünüp geçen rüzgar hafiften titretirken bedenimi, sokak lambaları artan karanlıkta daha çok ışık saçmaya başlarken yavaştan ve ben yerimi bir köpek gibi belirginleştirmeye çalışırken bir kenarda usulca dinliyordum. Hattın ucunda ki ses uzun uzun konuştu. Araya söyleneceklerin bittiğini belli eden bir sessizlik girdiğinde uyumama izin vermeyecek sorular çoktan oluşagelmişti. Bizi hayvanlardan ayıran en güzel şey iletişim kurabilmekken neden kaçıyordum? Üstüne ‘anlat’ diyen biri varken karşımda anlatmak neden benim seçeneğim dahi olmuyordu. Çok güzel bir örnekle pekiştirmişti düşüncelerini aynı ses. Görmeden bile ne kadar şirin olabileceğini tahmin ettiğim köpeğinin bile işine gelmediğinde arkasını dönüp gittiğini ama en nihayetinde geri geleceğini ikisinin de bildiğini söylüyordu. Anlatmak zorunda olduğumu bile bile kaçmakta neyin nesiydi. Beni dinlemek için can atan onca insan varken ben daha ne istiyordum. Annem olsa ‘isteklerin hiç bitmiyor’ diye şikayet ederdi şimdi. Şımarıyor muydum? Yıllarca dinleyen taraf olarak konuşmanın zamanı gelmişti belki de. Konuşmak tek çıkar yolken anlatmalı mıydım? Bu saatte uykusundan uyandırsam beni dinleyecek paydaşlarım vardı, biliyordum. Paylaşmaya olan hevesimin kırılmasına izin vermek kendime haksızlıktı. Paylaşmalıydım.
Yazdıklarımı geri dönüp okumaksızın yazarken araya giren tek şey öksürüğümdü. Düşüncelerim teker teker dökülüyordu kelimelere zaten. Süslü kelimelerle allayıp pullama ihtiyacı da gütmüyordum. Güzel paydaşlıklar isterken paylaşmak zorunda olduğum apaçık ortadaydı. Bir zorunlulukta değildi hatta. Ruhun en önemli gıdasıydı. Yemeğin üstüne yenen tatlı ya da içilen çaydı mesela. Kahvenin yanında yakılan sigaraydı. Telefonumun diğer ucunda hayatıma paydaş olmak için sabırla bekleyen neden bekliyordu? Neden kaçtığımı değil, ne istediği mi bilmem gerekiyordu belki de? Yaşanan mutsuzluklar beni mutlu edene bahsedilmiş fedakarlıklardı. Kaçmak bir çözüm değilken paylaşmak yaşamlaşmanın tek yolu.
Yaşamlaşmak paydaşlıklardan alırken gücünü paydaşlıklar paylaşmak ile atıyordu temellerini ve paylaşarak oluşuyordu en güzel paydaşlıklar. Paylaşabiliyorken paylaşacağımın kararını telefonun iki ucundaki yorgunluk seslerin tınısından belli oluyorken alıyorum. Uçtaki sese gecesinin ve günün güzel geçmesini dilerken gülümsemesi ile aynı iyi dileği işitiyorum kulaklarımda. Gecemin şimdiden daha iyi geçtiğini hissederken ve göz kapaklarım artık ağırlaşırken geceniz ve gününüz güzel olsun. Paylaşabiliyorken paylaşın.