Uzatmış ay aydınlık karanlığıma
Nerden uzatmışsa tenha boynunu…
-Cemal Süreya
“Benim yerim burası değil.” dedi Ferhat. Ben bu masalın kahramanı değilim. Pamuk Prenses’in etrafında oturmuş ağlayan yedi cüceye bunu söylerken dolu doluydu gözleri. “Prensesinizi öpemem. Benim sevdiğim kız Şirin. Onu yüz üstü bırakamam.” Duymuyordu cüceler. Ferhat sadece prensesin alnına bir masum öpücük konduracaktı. Cüceler bunu istiyordu ondan. Yıllar geçmişti ama beyaz atlısı gelmemişti prensesin. Aldatmıştı prensesi. Atını da alıp Almanya’ya gitti prens. Para kazanıp tedavi ettirecekti prensesi. Sürekli bayılıyordu. Bir şeyler ters gitti gelemedi. Hayır, yo. Para kazandı çok para kazandı. O kadar çok kazandı ki bunu prensese harcamaya kıyamadı, Prenses’e kıydı ama. Bütün parasını orada yedi beyaz atlı siyah kalpli prens. Cücelerin yedisi yedi diyar gezerek buldular Ferhat’ı. Duymuşlar ki dağları delen bir yiğit varmış. Sevdiği onu bırakıp bir beyin oğluyla evlenmiş dediler sonra. Ferhat hala o kızı seviyormuş dediler. Apar topar getirdiler bu delikanlıyı.
Yedi cüceydiler, on dört kollu bir devdiler. Pamuk Prenses için bilmem kaç kez öldüler…
Getirdiler Ferhat’ı. “Öp!” dediler. “Prenses’in uyanması için bir âşık şart dedi cadı. Öp haydi!” “Öpemem” dedi Ferhat. “Asla yapamam bunu Şirin’e!” İnanıyordu Ferhat. Bir gün Şirin’in ona geleceğine inanıyordu. Cüceler çok zorladılar. Ağladılar. Anlattılar hallerini. Kara Kalpli Beyaz Atlı Prens’i. Direndi ama Ferhat. “Olmaz öpemem, benim masalım bu değil. Benim masalım böyle değil. Hey Firdevsi! Asırlık masalın gidiyor neredesin?! Nerede bana vaad edilen mutlu son?”
Tanrı’nın sesi gök kubbede yankılandı, o yumuşak pamukları yardı: “Bu benim masalım Ferhat kulum. Ben yazarım ve sen de yaşarsın. Herkesin kaderini biliyorum… Senin seçimler için bir kitap yaptım Ferhat. Seninki incecik Ferhat kulum. Ufacık senin öykün. Deden cilt cilt yaşadı, baban cilt cilt yaşadı. Seninki incecik Ferhat Kulum. Şükret!”
Cüceler sıkıştırdı Ferhat’ı. Dayanamadı sere serpe yatan kızcağızın acıklı haline. Bir adım attı prensese. Alnına dudağını değdirdi.
Prenses uyanmadı. Beklediler uyanmadı. Bir kez daha öptü Ferhat. Yine uyanmadı. Kalp ölümü gerçekleşmişti prensesin. O gün beyaz atlısı Almanya’da onu unuttuğu ilk gece ölmüştü prenses. Ulu Tanrı onun ruhunu almak için bi’ öpücük bekledi. Hz. Azrail çay molasına ara verip bu emri yerine getirmek için indi yeryüzüne.
Ferhat düşüncelere daldı. “Benim aşkım aşk mı şimdi? Aşkım aşk olsaydı uyanırdı kızcağız. Olamaz Şirin’imi aldattım. O bana dönecekti. Ben onu aldattım. Dağları niye deldim ki ben? Hepsi boşaydı. Hepsi yalandı. Aşk yoktu. Olsaydı bana görünürdü. Yoktu aşk. Ne yani Firdevsi uydurdu mu bütün her şeyi? Ben dağları bir kuru yalan için mi deldim? Bir şeker sonlu masal yazılacak diye miydi bütün cefa?”
En yakın uçurumdan attı kendini Ferhat. Hz. Azrail Pamuk Kız’dan sonra da onun ruhunun koluna girdi, göğe yükseldiler beraber. Ferhat intihar etti diye kendi cehennemine odun oldu.
Pamuk Prenses beyaz atlısının boğazına sarıldı bir gece. Dünya’ya intikam için indi diye kovdular Cennet’ten.
Cücelerin hepsi kumara içkiye ve zinaya başladı bütün bu olaylardan sonra.
Şirin’in bey babası öldü, bütün beylik kocasına kaldı. Bir gün kocasının çayına zehir attı Şirin. Bütün beylik onun ve oğlunun oldu.
İki yalan masaldan çıkan bu masal gerçeğe en yakın olanıdır.
Kim görmüş sevip de kavuşan? Kim aşk görmüş? En gerçek masal Tanrı’nın yazdığıdır. Sen anonim yazar? Allah’tan iyi mi bileceksin?