Bazen insanlar öyle zamanlar yaşıyor ki sanki herkes sana kötü bir şey olmasını bekliyormuş gibi geliyor. Seni yargılıyorlar. Neden olduğunu bilmiyorsun. Üzüyorlar, kırıyorlar. Yaptıklarını yalnızca kendi pencerelerinden görüyorlar. Dinlemiyorlar. Herkes unuttu sanki karşısındaki insanlarında üzülebileceğini. Kelimeleri seçemiyorlar. Hiçbir taş canını seni kıran kelimeler kadar kıramaz değil mi? Arkadaşım, dostum, sırdaşım dediğin kişiler Brütüs misali davranmışlar sana. Anlamıyorsun, bekliyorsun, sorguluyorsun. Özellikle suçu hep kendinde arıyorsun. Ama suç senin değil ki be güzel kardeşim. Bu sefer değil. Hayatta yaptığın yanlışları birer suçmuş gibi yüzüne fırlatıp atıyorlar. Oysa hatasız kul olmaz değil miydi?
Hep bekliyorsun sen “Beni seviyor musun?” demeden birileri sana söylesin. Yalnız olmadığını göstersin. Amerikan filmlerinin sonlarındaki gibi herkes sarılıp gökyüzüne baksın diye bekliyorsun. Beklemek zor, beklemek acılı… Tek mutlu olduğun yer yatağında ve uyumak iken geceleri uyuyamıyorsun. Ben nerede yanlış yapıyorum diye. Tekrar, tekrar ve tekrar… Değiştin diyorlar sana, artık eskisi gibi değilsin. Ama sen biliyorsun ki hiç değişmedin sen.
Kalabalıkta olmayı sevmiyorsun ama yalnız kalmak da istemiyorsun. Yalnızlık aslında belirli bir kalıp değil bence… İnsanlardan yoksun olmak değil. Bir insan içinde hissediyorsa herkesin onu kucakladığı bir anda bile yalnız hissedebilir. Melankolik olmayla alakası olduğunu düşünmüyorum. Yalnızca yalnızsın işte.
Hayatımda hep bir şeyleri bekledim. Önce Hogwarts’tan kabul mektubumu, bir baykuşla birlikte. Sonra ise Melez Kampından sentorumu bekledim, senin annen aslında Athena diye. Daha sonra ise vampirleri bekledim, sonsuz hayata kavuşayım diye. Ama en son martımı bekledim, Jonathan’ı; gerçekten denize doğru uçacak cesareti olan ilk kuş olduğu için. Bekledim çünkü hepsi olduğum değil olmak istediğim kişiyi anlatıyor diye…
Hikayelerimizin hep mutlu sonla bitmesi dileği ile.