Lise yılları, evimden 500 km uzakta, yatılı okuyorum. Baba para gönderiyor göndermesine ama gönderdiği para okul masraflarına ya yetiyor ya yetmiyor. Ben de, hafta içi, hafta sonu ne zaman iş bulursam sağda solda çalışarak hem karnımı doyuruyorum, hem de para kazanıyorum. Böyle bir düzen tutturmuş gidiyorum.
Hafta sonu işlerin kesat gideceği hafta içinden belli olmuştu, “para almasam da olur, bi akşam çalışayım da karnımı bari doyurayım” diyerek iş bakıyorum ama cık, iş yok, hiç yok. Mecbur kuyruğu kıstırıp, yazlıktan bozma deli gibi rüzgar alan evin en küçük odasında battaniyenin altına girip, bir paket Kısa Samsun ve buz gibi musluk suyuyla hafta sonunu geçirmeye çalışıyorum. Bir de sobam var, piknik tüpünün üstüne takılmış avuç içi kadar bir katalitik paneli. O da 10 dakika yansa, odada oksijen namına bir şey kalmıyor. Suya katık ettiğim kısa samsun bile sönüyor, kendini içirtmiyor. 5 dakika yakıyorum, kapatıp yarım saat ısınmaya çalışıyorum. Televizyon yok, bilmeyenler için söylüyorum; o yıllarda bilgisayar, internet, telefon hiç yok. Arkadaşlar da hafta sonu evlerine gitmişler. Evdeki manzara Dostoyevski romanlarından farksız. Mumun alevi titremiyor ama sobanın ateşi ile 20’lik ampul sağ olsunlar, kıpraşıp duruyorlar. Arkadaşların battaniyelerini de üstüme alarak iki günü öyle geçiriyorum.
Pazar öğleden sonra evlerine giden arkadaşların dönüş zamanı. Sabah akşam takılıp, öğle yemeklerini yediğimiz, dersten kaçıp, okeye döndüğümüz kafeye gidip beklemeye başlıyorum. Kapıdan ilk kim girecek çok merak ediyorum, kim gelirse gelsin, nasılsa evinden paralı gelecek, bana tost ısmarlayacak.
Tatatataaam, kapıdan ilk giren kişi, yarışmamıza Küçükçekmece’den katılan Onur oluyor. “Onur” diyorum, “Bana bir tost ısmarlasana”, devamını da getireceğim, “İki gündür bir şey yemiyorum, boğazımdan lokma geçmedi oğlum, çok açım” diyeceğimm ama açlıktan mecalim kalmadı galiba, ya sesim çıkmıyor ya da söyleyemiyorum, ama Onur zaten beni dinlemiyor, hemen tostu söylüyor. Yanına bir de kola.
Tostumu yiyip kalkıp gidiyorum, iki gündür uyuyayım da vakit geçsin diyerek yataktan çıkmadığım halde deli gibi uykum geliyor. Karnım doyunca üşümüyorum da, pis kokusu hala burnuma gelen sobayı yakmıyorum bile, battaniyemin altına kıvrılıp uyuyorum. “bu günü hiç unutmayacağım” diyorum kendi kendime, unutmuyorum da.