Allah’u Teala Kur’an-ı Kerim’de mealen ” Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi ve her kim bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur. ” buyuruyor.
Emir en yüce makamdan gelmiş olmasına rağmen etnik, dini ve siyasi farklılıkları mutlaklaştıran modern çağın ayrıştırıcı ruhu, içinde yaşadığımız dünyayı derin insani krizlere sevk etmiştir. Dünya coğrafyasının hemen her bölgesinde yalıtılmış bir etnik, dini ve kültürel kimliğin tek başına varlığından söz edilememesine karşın birlikte yaşama hukukunun atfetmiş olduğu ilkelere gereken önem verilmiyor.
Ne yazık ki insanlık tarihinin her safhasında bunu görmek mümkündür. Firavun zulmünün ön safta yerini aldığı diri diri insanların yakılması; Nemrut’un bir peygamberi hararetinden yaklaşılamayacak derecedeki ateşe, egosunu tatmin etmek arzusuyla, atması ve bunun gibi tarihin tozlu sayfalarında köşeye çekilip gün yüzüne çıkamamış nice haksızlıklar…
Günümüzden 14 asır önce de kölelik, cinayet, kendi nefsine merhamet, karşısındakine hakaret, kız çocuklarını diri diri toprağa gömmek ve daha nicesi eşref-i mahluka mazhar olmuş olan insanlığa hücum edince, alemlerin Rabbi rahmetinin bir tecellisi olarak Hatemû’l-Enbiya’yı insanlığa lütfetti.
O (sav) alemlere rahmet olarak gönderildi. O’nun her hal ve hareketi Rabbi Rahmanın rahmetinin bir cilvesiydi. Nefretle yaklaşana öfkeyle bakana mümin müşrik ayrımı yapmadan rahmet kollarını gerendi. Öyle ki düşmanı dahi O’na “el-Emin” demişti. Birlikte yaşamanın bir gereğiydi güvenilir olmak ve O (sav) bu gereği yerine getirendi.
Allah Resulü (sav) ” Arap’ın Arap olmayana üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takva iledir. ” buyurup sosyal hayatın eşitlik ilkesini benimsetmiştir. Ancak bulunduğu toplumun zalimleri bu ilkeyi benimsememişler aksine mazlumun ahını arşa yükseltmişlerdir. Hz. Bilal’i kızgın kumların elemli dokunuşuna mahkum edip nefisleri kadar büyük bir taşı onun göğsüne koymaları; Ammar’ı şehit etmeleri, Müslümanlara boykot ilan etmeleri zulümlerinin sadece birkaç örneğindendir.
Sormak gerek! Kendilerinden can ve mal konusunda insanların emin olmadığı kör zihniyetler, vicdan özgürlüğünü tutsaklığa mahkum ettikleri Cahiliye Dönemi’nde ” Rabbim Allah’tır. ” diye vücudundan daha büyük taşlara maruz kalmışları birlikte yaşama hukuku çemberinin dışında tutmak onların hangi hür (!) vicdanlarının sevincine sebep olabilecektir ki?
Hal böyleyken bazen sen ben farkı olmaksızın ben’deki sen’e saygımı atfediyorum demenin adıdır birlikte yaşama hukuku. İnsanın fıtratında olan hayat-ı ictimaiye düstûrunun en önemli ilkelerinden biridir bu. “Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın. ” değildir bu düstûrun yolu. Irk, din, dil farklı gözetmeksizin ” Komşusu açken tok yatan bizden değildir. ” bunun yolu. Bu O’NUN (sav) YOLU.
O (sav) Kur’an ahlakıyla ahlaklanan, ‘en üstün ahlak’ üzere yaratılan, canı cananı uğruna öldürüleceğini anladığında bile cananına, en büyük kul hakkına riayet etmeyenlerin mal konusundaki haklarıyla gitmemek için emaneti zayi etmeyendir.
Allah Resulü (sav) aynı toplumda beraber yaşadıkları gayri müslimlerle münasebetlerinde bugünün insanına zihniyetler farklı olsa da birlik ve beraberlik şuurunun herzaman bir olduğunu ve gerekli olduğunu göstermiştir. Yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmek kaidesince, hasta olan bir Yahudi’yi ziyaret etmesi, bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkıp saygıda bulunması, Medine Sözleşmesi’ni hazırlaması ve mescide bevl eden sahabiyi kazanma girişiminde bulunması O’nun birlik ve beraberlik şuurunun ve insani değerlere verdiği saygının fiili örnekleridir.
Günümüzde insani değerlerden yoksun zihniyetleri irdelediğimizde ne yazık ki asırlar önce yapılan zulümlerin ve haksızlıkların başrolünde bulunan zihniyetlerden farksızdır. Genç kızların maruz kaldığı vahşet, Suriye ve Filistin’de acı ve zulmün teneffüs ettirilmesi, Mısır Katliamı’n yapılması; hırsızlık, mana verilemeyecek derecedeki ‘ yan baktın ‘ gibi durumlar kör zihniyetlerin, canına kast edeceklerine bile kul hakkına riayet eden bir peygamberin yolundan şaşmış olmalarından kaynaklı. Meydana getirmiş oldukları hüsranların sayısını çoğaltabileceğimiz zihniyetler O’nun yolunda kurtuluşu yakalayabilecekler ve topluma yararlı bir fert olabilecekleridir. Nitekim tarih bize bunu kanıtlamıştır. Adil sıfatına mazhar olmuş olan Hz. Ömer’den nakledilen: ” Cahiliye devrinde yaptığımız iki şey vardı ki bunlardan birini hatırladıkça güler, diğerini hatırladıkça ağlarım. Helvadan put yapıp tapar, acıktığımızda yerdik. Bunu hatırladıkça gülerim. Ağladığımız şey ise kız çocuklarımızı diri diri toprağa gömmemizdir. ” cümleleri bunun en güzel örneğidir.
Örnekten de anlaşılabileceği gibi Allah Resul’ünün ahlakı, terbiyesi altında ve adaleti karşısında yetişen sahabeler; Hz.Ömer, Hz. Osman, Hz.Ebubekir, Mus’ab bin Umeyr diğerleri Allah Resul’ünün yolunda gitmekle doğruya ulaşabilmişler ve O’nun (sav) ” Size yapılmasını istemediğiniz bir şeyi başkasına yapmayınız. ” sözünü hayatlarına rehber edinmişlerdir. Sahabeler O’nun örnek hayatı ilkesiyle insani değerlere önem vermiş, örnek yaşantılarıyla herkese kardeşçe, ahlaki ve adaletli bir şekilde yaşamaları gerektiğini göstermişlerdir. Birbirlerinin hakkını korumak, birlikte kardeşçe yaşamak hayatlarının temel ilkelerindendi.
Onlar öyleydi. Onların insani değerlere gösterdikleri ilkeleri böyleydi. Onlar yaratılanı Yaratan’dan ötürü sevmişler idi. Onlar Hakk yolunun O’nun yolunun yolcuları idi. Onlar kainat mektebinde Kur’an kitabıyla Allah Resulü’nden ders alan Ashab-ı Güzin idi. Onlar ki canına kast edeceklerine bile kul hakkına riayet eden bir peygamberin, ayağı kayacak bir hayvanın hakkından endişe duyan Ömerlerdir. Onlar ki komşumuz açken tok yatsak olmaz deyip edeple sen ben farkı olmaksızın biz biriz düsturuna binaen ışığı söndürüp yemeği yiyormuş gibi yapan Ebu Talhalar idi. Onlar ki kuşu ölmüş bir çocuğun nazenin yüreği incinmesin diye kuşu gömüp Fatihalar okuyan Sevgili Peygamberin, isarda kendi nefsine tercih etmede Ensarlar idi. Hal böyleyken Kur’an ahlakından istifade etmemiş, enaniyetinden bihaber hangi gafil insan bizim yolumuz doğrudur; kalbimiz gittiğimiz yolda temizdir deyip O’nun yolunu hiçe sayabilecekti(r)! Egoistler Arif Nihat Asya’nın ifadesiyle bilsinler ki; ” Örümcek ne havada, ne suda, ne yerdeydi/ Örümcek Hakk’ı göremeyen gözlerdeydi. ”
Ve son olarak değinebileceğimiz, ifadeler O’nu anlatmaktan acizken O’na olan arzu halimizi ne güzel ifade etmiş M.Akif:
Dünya neye sahipse, O’nun vergisidir hep;
Medyun ona cemiyyet-i, medyun O’na ferdi.
Medyundur o masuma bütün bir beşeriyet
Ya Rab, bizi mahşerde bu ikrar ile haşret.
M.Sait AYDİN