vedalar uykudayken daha,
böyle elinde olmadan yürümek zorunda kalmaktan.
kalp krizi gibi bir şeydi galiba onu korkutan. çiçekleri severdi.
en çok da kırmızı küpe çiçeğini.
daha dünyaya gelmeden alınmasına karar vermiş ailesi.
ertesi sabah erkenden küpelerini bozdurmuş annesi.
geç kalındığı için alınamayınca olan küpelere olmuş.
siz kader deyin ben kederden söz edeyim.
annesi onu doğururken ölmüş.
işte bu yüzden annesi gibi severdi küpe çiçeğini. kekemeydi.
çok sıkışmadıkça konuşmaz,
çoğunca ellerini kullanırdı anlatmak için derdini.
zaten alışmıştık biz onun o haline.
pek zorlanmadan anlıyorduk ne demek istediğini. sonra aşık oldu.
yani benden başka kimseye söz etmese de bilmeyen yoktu Nihal’e olan aşkını.
Nihal; emekli postacı Hayrettin Amca’nın gazeteci kızıydı.
pek kimseyle sohbeti olmayan, işine sevdalı, ufak tefek bir şeydi.
su gibi derdi O’nun için.
saçlarının dibinden dereler akar, ayak parmaklarından denize dökülür derdi.ne zaman gözgöze gelseler;
kirpikleri tutuşur,
koca bir ormanın kül oluşunu izlemek zorunda kalırdı.
konuşmak isterken kelimelerin etini kanatırcasına,
saplanıp kalırdı sessizliğin bataklığına.
sanki birileri taş bağlayıp bademciğinden aşağı atardı dilini.
bir sabah gitti.
ne çok imkansızdı onun sevdası ne de fazla kolay.
uzaktan bakıldığında normal bile denilebilirdi hatta.
neden böyle olması gerektiğini ben dahil kimse anlatamadı içine.
çok güzel sevmişti O.
ne çok şey kaldı ardında.
yarım kalan yuvasının telaşına düşmüş serçe paniği,
sessiz çığlıkların duyulmayan çıngırağı,
şairi, şiiri, ustası, çırağı,
varı, yoğu, ötesi, berisi,
küpesi, çiçeği, kedisi…
ardından;
Nihal’i için hayalinden vazgeçti diyen de oldu,
hayali için Nihal’inden vazgeçti diyen de.
bana sorarsanız ne hayalinden ne de Nihal’inden vazgeçti.
çünkü hayali Nihal’ine gebeydi.
korktu sadece.
annesi geldi aklına.
korktu annesinden.
korktu çiçekelerden.
küpe çiçeklerinden.
ne Nihal’inden vazgeçti ne de hayalinden.
çünkü hayali Nihal’ine gebeydi.
ne küpeleri solsun ne de bebeleri ölsün istiyordu…