Kurban Bayramı sonunda; yolum iki günlüğüne Eskişehir’e düştü. Uzun zamandan beri görmediğim, Yılmaz Büyükerşen’in mucize kentini; iki güne ne sığarsa o kadar gezdim, görmeye tanımaya çalıştım.
Aslında gidişim turistik bir ziyaret değil hasta ziyaretiydi. Yeğenim Serpil bu kısa ziyareti, turistik geziye çevirmeyi başardı.
Yeğenimin rehberliğinde, Yılmaz Büyükerşen’in mucizesine şahitlik etmek keyifliydi!
Kent Park’a bayıldım.
Kanalda yüzen beyaz ve siyah kuğularla sohbet ettim.<img src="http://gencyazi.com/wp-
Centinmenlik edip, parktan kopardığım karahindibağ çiçeğini; beyaz kuğuya verdim. Önce yüzüme gülümsedi, almak için gagasını uzattı, sonra beğenmedi yüzünü ekşitti, sırtını dönüm arkasına bakmadan uzaklaştı.
Kim bilir,benden kırmızı karanfil mi bekliyordu yoksa, tomurcuk gül mü anlayamadım.
Sormama da fırsat vermedi.
Beyaz kuğudan ayrıldıktan hemen sonra, siyah olanıyla karşılaştık!
Görmüşken onada bir merhaba deyim dedim.
Önce elime baktı,sonra gözlerime, elimde ne karafil ne gül göremeyince hiç pas vermeden gitti.
Beyaz ve Siyah Kuğu yüz vermeyince, keyfim kaçtı. Köprünün üstüne çıktım; bir süre kırmızı balıkları izledim.
İnsan oğlu gerçekten Halef!
Halef ne mi dediniz?
Bu soruyu ben değil de , Amadan sonsuzluğa 16 Bedende Yaratılış’ı anlatan Cafer İskenderoğlu cevap vermeli.
Bu kitabı okumamak büyük eksiklik. Tıpkı benim Emirdağlı olupta, Eskişehri yeni keşfetmem gibi bir şey!
Niçin mi öyle söylüyorum?
Müslümanım diye geçinenler, gerçek Allah’a inanlar, ben islam’ım diye böbürlenenler, Halef ve Allah’a yolculuk adındaki iki kitabı okusa; kimseye ne mürit olur ne cemaat. Ne kul olur ne köle!
Sadece Allah’ı bilir. Allah ahlakıyla ahlaklanır, kul hakkı yemez; milleti soyup soğana çevirirken, kendi itirası için kan dökmez.
Nefsini bilir!
Kandırılmaz, kanmaz, din tüccarlarına yem olmaz. Yahudi bozuntularına makam mevki kazandırmaz.
Kalemim kan ağlıyor.
Kent Parktaki muhteşemliği gördükten sonra, Yılmaz BÜYÜKERŞEN’in ufku önünde şapka çıkartıp ayrıldım.
İstikamet odun pazarıydı.
Odunpazarındaki o tarih kokan güzel evler restore edilmiş! Bir kısmı turizme açılmış. Cadde ve sokaklar pırıl pırıl.
Bir de Ülkeye emeğe geçenlerin, sanatta sivrilen, eğitime kültüre, emeği geçenlerin biraraya toplandığı Yılmaz Büyükerşen müzesini görelim diye yürürken: karşımıza Mal Hatun kıkmaz mı?
Kula bir At’a,binmiş!
Uzun saçlarını iki belik örülmüş. İki omuzundan aşağı salıvermiş. Dolu dizgin At koşturuyor.
Şaşkınlıktan küçük dilimi yutacaktım.
Bize doğru bakınca, Osman Bey’e selem söyle diyebildim. Birde gülümseyip el salladım. O da kamçıyla bizi selamladı.
Bir aksilik olmazsa, resminide paylaşmayı deneyeceğim.
Bu Fotoğrafa çok dikkatli bakmalıyız.
Bize çarşaf, türban, falan filan dayatanların milli kimliğini doğru teşhis etmerk için bu çok ama pek çok önemli.
Kadın’ı insanlıktan çıkartıp cemiyetten koparmak istiyenlerin zihninin altındaki gerçeği görmek ve örnek almak istersek, sekiz asır önce, bir imparatorluğun temelini atan beyin, At sırtındaki eşi Mal Hatun iyi örnek!
Türk kadını, ezelden beri eşiyle omuz omuza; hem savaş meydanında, hem saltanat şuurasında birlikte söz sahibi.
Şimdi dayatılan, ne din ne iman ne de İslam!
Bu başka bir dayatma. Kadına cariyeliğe layık gören orta çağ zihniyeti ve düşüncesi. Hatta Yahudi ve amca çocukları Arap geleneği.
İyi ki Eskişehir’e yolum düşmüş!
İyi ki de kent parkı ve Odun pazarını gezmiş, görmüşüm. Orada bir kere daha gördüm ki Türk’e ve Türkiye’ye yakışan rejim, laik demokratik, CUMHURİYET!
Diyorum ki Cumhuriyeti yıkmaya, laikliği kaldırmaya, demokrasiyi rafa kaldırmaya hiç kimsenin gücü yetmez-yetmeyecek.