Küçükken oyun oynamaya daldığımızda bir bakardık çabucak geçmiş zaman arasında ezan okunurdu. Oyun saati ezan okununca biterdi, annelerimiz öyle derdi. Dışarıdan bakılırsa; ezan, bir, evde oturmaktan sıkılıp namaz kılmak için camiye giden emekli amcalar için okurdu, bir de biz çocuklar için.
Ezan okunmadan önce evde olunmalıydı. Zamanında eve varılmadığı takdirde asla misafir gezmelerine götürülmeyecektik. Hızla eve koştururken korkularımız, endişelerimiz, ve deli gibi çarpan kalbimiz bizden önce eve varıp azar işitirdi. Biz kız çocukları için yol nereye giderse gitsin, güzel bir çiçek gördüysek ve çiçeğe elimiz uzanıyorsa özel bir defterin arasında kurutulmak için koparılmalıydı. Uzanmasaydı elimiz, takılıp kalırdı yapraklarında aklımız.
Eve hiçbir zaman erken gitmek mümkün olmazdı. Ve ne zaman “geç kaldım!” korkusuyla zili çalsak, ocağın üstünde dumanı tüten yemeğin altını kapatmak için geç olmasın diye mutfakta namaz kılan annemizin sabırsızlıkla kapıyı açmasını beklerdik. Zile çok bastığımız için fazladan azar işitir, misafir gezmelerinden yine de eksik kalmazdık.
Tuğçe Hızal