Bir gün kendinizi denizin kıyısına atmak istersiniz. Tüm soruları orada sormak ve cevabını orada bulmak. ‘Ne olmak isterdim?’ diye sorsam kendime. Mesela bu deniz kıyısında balıkçıların tuttuğu özgürlüğünün bittiği bir balık yerine; balıklara atılan yem olmayı tercih ederdim. Peki siz ?
O an kapatırsınız dünyaya kendinizi. Etrafınızdaki o neşeli çocuk seslerini bile duymazsınız. Hatta martıların ‘ben özgürüm’ diyen çığlıklarını bile. Deniz ile bir çay eşliğinde sohbet etmek istersiniz. Kendinize bir çay, denize de bir rüzgar söyler; beklemeye başlarsınız. Tonton bir amca gelir; çayınızı getirir ve siz tam tebessüm etmek için başınızı kaldırırken, masmavi gözlere takılır kalırsınız. ‘Kim bilir o kıyılara kaç yosun vurdu? Kaç dalga sürükledi sevinçlerini karşı kıyılara?’ diye düşünürken kendinize gelir; çayınızı alır ve teşekkür edersiniz.
Bir çocuk gelir yanınıza; elindeki mavi balonla beraber mutluluğu da uçmuş, denizin üzerinde yolculuk ediyor. Ve çocuk kaybolan umutları için ağlıyor. O balonu arkadaşlarına gösterecek, mutluluğunu tarif edemeyecekti belkide. Annesi geliyor elinde kırmızı bir balonla. Ama çocuk hala ağlıyor.’Anne bu deniz renginde değil ki’. Gözlerinizi ayıramıyorsunuz onlardan. Ufak bir çocuk bile aşıkken bu güzelliğe; biz nasıl olmayalım ki?