Başkalarının dağıttıklarını biriktirdiğimiz bir cumhuriyet barındırır içimiz. Her gelenin gidişinde bıraktığı harabelerin altında yaşama tutunmaya çalışan, hala bir şeylerin iyiye gideceğine inanmak isteyen o masum yanımız kendini tamir etmeye didinir durur.
Sonra ne mi olur? Sonrasında ise o hayale fazla kapıldığını, aslında hiçbir şeyin iyiye gitmediğini ve hatta daha da kötüye gittiğini fark etmenin burukluğu daha da yıpratır insanı bir de bu yükleniverir onca derdin üstüne, sanki her an daha da yıkıldığını hisseder. İşte bu yüzden hayatımıza aldığımız insanları seçerken dikkatli olmak gerekir. Çünkü hayatımıza giren her yeni insan yeni hayallerle girer hayatımıza ve o hayallerin teker teker yıkılışıyla yeni tecrübeler bırakarak bize veda ederler. Evet belki her yeni insan bizi biraz daha büyütür ama o evre çok fazla sancılı geçer. Yolun sonu ne olursa olsun belki iyi belki kötü ama değişmeyen tek şey o sona ulaşmak fazla yıpratır insanı. Öyle ki bazen yeni biriyle yenir bir hikayeye başlamak zor gelir insana -şuan benim hissettiğim tam anlamıyla bu mesela- çünkü yeni kırgınlıkları beraberinde getirecek korkusu insanı başlamaktan alıkoyar. Tüm bu korkulara rağmen insan neden vazgeçmek bilmez sizce? Neden yine ve her şeye rağmen bambaşka hayallere sürüklenmekten ve sonunda üzülmekten alıkoyamaz kendini? Sanırım bu da yalnızlığa tahammülsüzlüğümden kaynaklı olsa gerek. Çünkü insanlar yalnız kalmak isterler ama yalnızlaşmaktan korkarlar. Yalnızlaşma korkusu alt eder diğer tüm korkuları yine de üzülecek olsa bile belki bu defa farklı olur diyerek başladıkları o umut kırıntısının peşine takılır giderler. Kim bilir belki bir gün gerçekten her şey bambaşka olur ve gerçekten de bu defa farklı dedirten bir hikayenin baş kahramanı olurlar. Yani umarım…