Son parçalarını kirpiklerime bırakan güneşin büyüsünü hissediyordum.Kirpiklerimden tüm bedenime yayılan sıcaklık, tabiat ananın sepetinden alıp boynuma fırlattığı huzurdan bir halka olmuştu benim için.
Sıradanlığım bir kayboluştu tenimde,tenim bir hiçliğin büyüsüne kulak veriyordu, gerçekliğin göstermediği hiçliğe…Boşluk gölgeyle doluyordu,gölge karanlıkla.Karanlık hislerimin üstüne basıyor ve kanatıyordu.Ruhun son çırpınışları sessizliğin içinde ki sesti o an.Çok fazla acı vardı biliyordum,görüyordum.Ama duyamıyordum.Konu acıyı duymaksa sağır oluyordum.Benimle birlikte herkes oluyordu.Çok fazla yalan vardı, duyuyordum.Ama göremiyordum.Çünkü konu yalanı görmekse herkes kör oluyordu.Her sonun bitirdiği başlangıçtan her başlangıcın değiştirdiği sona doğru yürüyorduk.Buruşmuş bir kağıttık, dikeninde kan olan bir gül,susmayan bir ses kimi zaman da ölüler ormanında bir yapraktık.Nereye uçarsak orada ölümden bir iz taşıyan…Aslında bir bıçaktı insanoğlu, duyguları olduğuna inan bir bıçak.Duygularımızı sapımıza hapsediyor ve birbirimize ne kadar keskin olduğumuzu gösteriyorduk! Tek sorunumuz gittikçe ölüyor ve zaman ilerledikçe sapımızdan koparak dahada tehlikeli oluyorduk.İhtiyacımız olan düşünceleri kilitlediğimiz o sandığın anahtarını gömdüğümüz çoraklıktan geri çıkarmak ve kilidi çevirmekti.Zihnimizi açlıktan öldürüyorduk.Ve duygularımızı bir nehir yapıp içine tüm pislikleri atıyorduk!
Vapurun çığlığıyla irkilip önümde ki bir kaç sayfayı aceleyle topladım.Denizin gökyüzüyle yaptığı kurnaz işbirliğine hayretle bakıyor ve arada ki uyumun yansıttığı uyumsuzluğu düşünüyordum.Vapurdan inmek üzere adım atıyor ama önce önümdeki kalabalığın hayata karışmasını bekliyor bir insan nehrinde boğulmak istemiyordum.Ayaklarım bedenimi sürüklüyor ve asfaltın kirliliğini örtemediği o yollarda adımlarımla boğuşuyordum.Bedenimde ki her parça ne yapması gerektiğini biliyordu ama problem bedenimdeki bene sahip olduğum muydu yoksa ruhumdaki bene mi? Nereye ait olduğumu düşünüyordum.Sonra kalabalığın sesini dinliyor zihinlerindeki bencilliği duymak istiyordum.Gözüme takılan bir çocuk, elinden kaçırdığı balonunun peşinden ağlıyor ve annesinin koluna bir mızrak gibi geçirdiği parmaklara maruz kalıyordu.Kadının çocuğu ağlama diyerek ikaz ettiğini duyuyor ve aynı zamanda çocuğun cılız oluna yaptığı baskıya gülüyordum.Çocukken bile nasıl kısıtlandığımızı düşündüm.Çünkü aslında sadece çocukken bir balonun elimizden kayıp gidişine ağlayabilir,bulutların arasına giren rengin kayboluşuna üzülebilirdik.Çünkü büyüdükçe üzüldüğümüz şeyler,elimizden kayıp giden bir balon olmuyordu,rengin gökyüzünde kayboluş anını her saniye izleyemiyorduk.Büyüdükçe elimizle bile tutamadığımız umudu kaybediyor ve en acısı nereye yok olduğunu göremiyorduk.