İnsanlarımız hafifleşiyor. Adımlarımız samimiyetini kaybediyor. Zencilerin gün boyu düşleri ve onların toz konmaz adımlarındaki ağırlık unutuluyor. Bir çocuk, belki daha fazla çocuk; anne hasretiyle, memleket yanığı yanaklarıyla uyanıyor yataklarından.
Her şeye rağmen kayısılar hiç bu kadar tatlı olmamıştı, erikler de bu kadar sulu…
Çocuk bereketi…
Darda kalmasın insanlarımız yeter ki.
Mekteplerin, medreselerin ve kentlerin duvarlarındaki bir parmak izi, bir duvar taşı kadar ağır. Demli bir çayı herkes içemez belki. O derinlikte volta atanlara da saygınız olsun biraz. Çağımızın tabipleri ne kadar zararlı dese de sevgisizlik ve vefasızlık kadar acı değildir içtiğimiz.
Ko göklerden gelen yağmur tanesi…
Ko sarp kayalıklardan gelen rüzgarın sesi…
Yağmur, rüzgar ve akabinde topraklarımız.
Topraklarımız her dem küsüyor bize. İncitiyoruz, duymuyoruz. Toprağın üzerindeki ağırlığın ona ne faydası var bilemeyebiliriz. Her şeyi de bilecek değiliz.
Yazarak da anlaşabiliyoruz.
Ben olmadan sen çok hafif kalırsın.
Simeranya’ya gitmeliyiz beraber.