Sevmek, herkes az çok bilir sevmenin ne olduğunu. En basit tabirle birine karşı özel duygular hissetmemizdir. O kişiyi kendi öz dünyamızda özelleştirmemizdir sevmek. Severiz sevmesine ama, onun getirdiği acılara da katlanmamız gereklidir. “Sevgiyi duyan acısına katlanır” misali yani. O acılar, aslında olgunlaşma sürecimizin başlangıcıdır, onlarla öğreniriz hayatın ve hayatın askerlerinin acımasızlığını… “Yok mu merhametli biri?!” diye bağırırız benliğimizin içinde? Karanlık, dipsiz kuyudaymışız gibi kurtulamayacağımızı düşünürüz. Sevgi öyle yapar mı demeyin, yapar, nicesini de yapar.
Sevmek öylesine bir iş değildir. Adabı vardır sevmenin. Hem sevilen kişiye, hem de “sevme” duygusunun canlı kalması için ona vakitler ayrılır, yıllar verilir. Birini seversiniz, 3 hafta sonra ayrılırsınız; birini seversiniz, tam 2-3 yılınızı verirsiniz. Kolay mı 2-3 yıl? Söyleyin “dile kolay kalbe değil” değil mi? Verir mi demeyin, verenler var. Sevgi böyledir, üstüne düşerseniz benliğinizi kafes altına kapatır. Sizi kölesi yapar. Sancılı bir iştir sevmek. Sancısına katlanmak zordur ama sonunda derin bir iç çekip “değdi” dersiniz.
Sevgi veya sevmek; kimi zaman rüyalarınızda prens ve prenses, kimi zaman iki sevgili. Böyle bir duygudur sevmek, vücut bulabilir, sizi acıdan kıvrandırıp, etkisi altına alabilir veya şanslıysanız sizi o çiçekli kapıdan geçirebilir. Ve emin olun, o çiçekli kapının arkasında o olacaktır. Zaman durur, mekan yitip gider. Peki biz? Bizden haber alınamaz o zaman kadar. Biz sevdiğimizin içinde bir gezintiye çıkmışızdır veya ayrılık fırtınasından kaçmaya çalışıyoruzdur.
Sevgi öyle yapar mı demeyin, yapar, nicesini de yapar…
Muratcan Ös