İşte yeni bir yolculuk daha… Bavulunu hazırlıyordu genç kadın. Neden hazırladığını dahi bilmediği bir hazırlıktı bu. Esasen çok severdi yolculukları. Yol şeritlerini takip etmeyi, gökyüzündeki bulutların başka başka duraklarda ahenkle dans edişini seyretmeyi oldum olası severdi zaten. Ama şimdiki durum çok farklıydı, öyle istendik bir yolculuk değil hüzne yolculuktu bu defa. Kalbi isyandaydı, ayakları gitmek istemiyordu adeta; fakat aradan geçen onca yıldan sonra bunu yapmak zorundaydı. Yüzleşmek zorunda olduğu gerçekleri görmezden gelmek çok yormuştu onu, kendini toparlayıp yola koyuldu.
Bitmesini hiç istemediği kilometreler azalmış, saatler kanatlanıp uçmuştu. Şimdi ne kafasını kaldırıp bulutları izliyor ne de yol şeritlerini takip edebiliyordu. Kalbinde büyük bir acıyla giriyordu şehre… Aldığı her nefeste buram buram özlem kokuyordu. İnsana yaşam veren soluk bu defa acı veriyordu ona, hüzün getiriyordu. Nihayet o bildik tanıdık sokaklar görünmüştü. İndi arabadan. Yürüyecek gücü olmasa da o sokağa girmemek için dolaştı tüm köyde. Toparlaması gerekiyordu aklını, duygularına dizgin vurmak zorundaydı. Yaşanmışlıklarla yüzleşmekten kaçamayacağını anlamıştı. Gitmesi gereken yer başkaydı, buraya kadar gelmişken vazgeçemezdi.
Usul usul yürüdü… Hüzünden şarkılar fısıldayan rüzgar da ona eşlik ediyordu. O sokağın başındaydı işte… Bir adım attı, yürüyemiyordu. Tüm vücudu isyandaydı adeta, elleri bacakları daha önce hiç bu kadar şiddetli titrememişti. Durakladı. Yavaşça kapattı gözlerini. Aldığı her solukta hüznün kokusu burnunun direğini sızlatıyordu. Her adımda daha çok, daha derinden…
Bu acıya dayanamayıp açtı gözlerini. Üç-dört adım önünde bir kız çocuğu gördü, yürüyordu. O da yürüdü ardından. Küçük kız önde, o arkada… Bir eve doğru yürüyordu minik adımlarıyla. Sonra birden neşelendi ufaklık. Sokağın başından beri görünen iki katlı ahşap eve yaklaştıkça camda yaşlı bir adam belirmişti. Küçük kızın sevincinin sebebi anlaşılmıştı. Birden koşmaya başladı, evin kapısı ardına kadar açıktı. Hemen merdivenleri adımlayıp sarıldı yaşlı adama. O küçük haline bakmadan koklayarak öpüyordu yaşlı adamı, dede diye sesleniyordu ona. Dedesiydi demek ki. Yaşlı adam bastı kalbine bu küçük bedeni, uzun süre sarıldılar. Sanki yıllardır hiç görmemişçesine… Birlikte seyrettiler o küçük sokağı evin üst katındaki pencereden. Bulmaca çözdüler kırk yıllık dostlar gibi. Birlikte televizyon izlerken gözlerinde parlayan ışık bağlılıklarının büyüklüğünü temsil ediyordu adeta. Ardından bahçeye çıkıp yere kadar uzanan erik ağacının dallarından bir sepet dolusu erik topladılar. Dışarıda oynayan çocukların neşeli seslerine dayanamamıştı ufaklık, oyun oynamak istedi onlarla. Dede bir tabure ve bir gazete aldı, evin önünde bir yandan torununu izliyor bir yandan gülümsüyordu. Gözlerindeki o korumacı edanın ardında başka bir şeyler gizliydi.
Bir an durup düşündü genç kadın, neden bu kadar çok etkilenmişti bu dede-torundan, neden saatlerdir onları izliyordu? Cevapsız kalmıştı soruları, düşüncelerin karmaşıklığı içinde yeniden seyre dalmıştı onları.
Dede-torun bütün günü birlikte geçirdiler, gece de beraber uyudular. Ertesi sabah dedesi uyurken büyük bir korkuyla uyandı küçük kız, ağlıyordu derinden. Hıçkırıklarının sesini bastırmaya çalışarak oturdu. Bir hayli zaman geçmişti, toparlanmış görünüyordu. Usulca çıktı evden. Sabahın bu saatinde nereye giderdi ki onun yaşında bir çocuk? Yalnız bırakmadı takip etti küçük kızı. Küçük kız önde, o arkada… İki sokak boyunca ilerlemişlerdi bu şekilde. Sonra birden kocaman bir bahçeye girdiler. İçeride bir sürü mermer yığını vardı. Bu defa hıçkırıklarını susturmaya çalışmadan ağlıyordu küçük kız. Biraz daha yürüdü, sonra bir mermerin karşısında durdu. Kadın gözlerine inanamamıştı. Küçük kızla yan yana durmuş aynı hüznü paylaşıyorlardı, aynı özlemi duyuyorlardı.
Küçüğün gözlerine baktı kadın, geçmişe götüren bir aynaydı sanki bu küçük bakışlar. Tanıdık bildik bir şeyler saklıydı bu bakışlarda. Son on iki yıldır hiç hissetmediği duygular, hatırlamaktan kaçtığı anılar, özlemini çektiği insanlar, çocukluğu, sevinçleri, hepsi bu küçük kızın gözlerinde saklı kalmıştı sanki.
Yıllardır aradığı parçalarının nerede kaldığını çok iyi anlamıştı şimdi genç kadın. Kalbindeki boşluk hissinin asla dolmayacağını mermerin üzerinde yazanları görünce daha iyi fark etmişti. Tuttu küçük kızın elinden, en azından onu almak istiyordu yanına, kalbine… Ama kendisinden beklenmeyecek bir güçle bıraktı kadının elini küçük kız. Gözlerindeki o bakışın ne anlama geldiğini anlamıştı genç kadın, ikisinin de bakışları buğuluydu, ikisinin de kaybı aynıydı… Onun burada daha mutlu olduğunu anlamıştı. Usulca yol aldı genç kadın. Ardında bıraktığı sadece küçük bir kız çocuğu değildi, en derinden yaşadığı neşeleri, gizli kalmış en güzel anıları, kalbi, tüm çocukluğu, çocuksuluğuydu.
Adımları yüreğindeki acının ağırlığıyla yavaşlamıştı. Yıllardır kaçtığı o acı günü tekrar tekrar yaşamıştı belleğinde. Yıllardır hatırlayamadığı o korkunç manzara en canlı haliyle beyninde yankılanıyordu. O sokakta bir sürü adam en sevdiği kişiyi yavaş adımlarla kendisinden uzaklaştırıyordu. Engel dahi olamıyordu bu gidişe. Ve şimdi… Işıkları hala sönmemiş olan o ıssız sokakta, bir zamanlar bir cennet bahçesi olan o sokakta, en derin özlemlerin içerisinde kayboluyordu genç kadın ağır ağır.