21. yüzyılın kaybedenleri olarak hiçlik makamına layık oluşumuzdan değildi elbette dibe vuruşumuz ve bu hissi bu iki kelime ile bağdaştırmamız. Ancak tam olarak da buydu içinde bulunduğum durum:HİÇLİK. Sokakta karıncalar misali koşturup duran, dünya telaşına gark olmuş insanların çoğu için pek de içinde olunası bir halet-i ruhaniye değildi elbette şu yaşadığım.. Ama kader seni sınamak amaçlı örüyordu ağlarını bazen… Ve sen içinde bulunduğun anın tanımını yapmaya çalışırken zaman bir yerlerde görevini yapmaya devam ediyordu. Hiç bir şeye aldırmadan akıyordu işte..Ve senin zaman kavramı ile bir alakan yoktu. Mekandan da bağımsız bir şekilde sadece seyrediyordun,uzaktan olup bitenleri… öyle olmalıydı çünkü… Bazen soluklanmalıydı insan hayat yolculuğunda. Yaratıcının sana bir armağanıydı belki de bu durum kimbilir.. Ömrünü ahmakça, bomboş bir amaç uğruna geçirmek yerine, zaman zaman durup düşünerek, anlamlandırmaya çalışarak ilerlemeyi unuttuğumuzda, belirli bir zaman diliminde soluklanıp anlam’ı bulabilmeliydi insanoğlu. Ya da ne bileyim en azından bulmaya çalışmalıydı. Bağışlanma ihtimalinin doğmasıydı biraz da bu.
Pragmatik bakıldığında yaşamdan bir miktar uzaklaşmak için en azından ikinci el kitap alacak parası ve bolca zamanı olmalıydı insanın. Ama yaşam gerçekliklerinin elle tutulur bir yanı olmuyordu ki..inananlar olarak kaderin yalnızca gerçekliklerle ilgilenmediğini biliyorduk çünkü artık…Kaderin işi bu; mesajını vererek seni pişirmek… Oldurmak…Tamamlamak.. Ki nice insan tamamlanamadan göçüyordu bu alemden… En azından öte tarafta kazanabilmek için biraz da kendimizi kaderin vereceği anlama bırakmak en doğrusuydu o yüzden.. Ve kendimi kaderin ellerine teslim etmeyi seçmiştim ben bir dönem. Belki de yorulmuştum artık. Birazcık da olsa güvenme ihtimalinin olmadığı insanların arasında nefes alıp vermek ne zordu Allahım. Hayat denilen olgu bu olmamalıydı. İnsanlar anlamsız şeylere zamanını harcamamalıydı mesela. Parasını da. Dostluklar daha anlamlı olmalıydı. Aşık olunan bir çift göz de manalı şeyler bulabilmeliydi insan. Ama yok,olmuyordu. Yoktu anlam filan sokaklarda.
Bir hata işlendiğinde utancından haya eden, kalbinin karardığını hisseden o ince gönüllü insanların yerini alan, bayağı teknolojik varlıklardan olmamak adına direnmeliydik. Ya da direnmeliydim. Bu sebepten de sığındığım tek yerdi işte; hiçlik makamı,yani evim. En azından kendi hayatımı anlamlı yaşamaya çalışmak, bir nebzede olsa içime su serpen tek detaydı. Belki hakikatle uzaktan yakından ilgim yok, ama şunu diyebilmeli insan: dünya kuşların tuvaleti olduğu sürece anlamsız bir yer!