Masada bulunan yarım bardak çayını fark edince birden sevindi. Bi şey kaybetmişte yeniden bulmuş gibi bi sevinçti. Çay bardağına uzun uzun baktı ve bardağın kalkışıyla inişi çok hızlı oldu. O siyaha çalan rengiyle çay dolu bardağın yerine, bir boşluk geldi. Bardağın içinde bulunan boşluğa bakarken hayatını düşünmeye başladı. Bi şey anımsayamadı. Hayat neydi ona göre, bir türlü tanımlayamıyordu. Durağan mıydı yoksa hareketli miydi? Yalnızlık mıydı yoksa kalabalık mıydı? Düz giden bir yol muydu yoksa dallara ayrılan bir şey miydi? Bu düşünceler zihninde dolaşırken birden içinde bulunduğu zamana geldi. Etrafta kimse kalmamıştı, garsonların hepsi ona doğru bakmakta o ise tavana bakmaktaydı. Tavanlar ona göre içinde bulunduğu yerin aynaları gibi gelirdi. Yer ve gök. Garsonların kalksa da ortalığı toplayıp eve gidelim tavrına inat oturuyordu. Kapatıyoruz da diyemezlerdi, devamlı gelip gittiği bir yerdi. Oturdu. Hayatının geri kalanında yapacağı şeyler gibi oturdu. Saat ilerledikçe kendisi geriliyormuş hissi uyandı. En sonunda dayanamadı bu sessizliğe, yerinden kalkarak hesabı ödemeye yöneldi. Kasaya doğru giderken garsonların gülümsemelerini fark etti. İyi ki kalktın yaşlı bunak gülümsemesiydi. İyi geceler dedikten sonra geri kalan mesaisini devamlı takıldığı ona göre bütün yerlerdeki kafelerden aşırı derecede lüks olan denize nazır hafif de yüksekçe olan yere gider ve orda düşüncelerini düşünür ve onları toplamaya çalışırdı.
İnsanlar onu hiç bir şey yapmaz, lüfumsuz bir insan olarak görseler o aslında koca bir ülkeyi kurtarmış bir adamdır. Bu durumu kimselere anlatamaz. Anlatsada inanmaz ki insanlar. İnsanların inandığı şey, aslında onlara inandırılmış olan durumdur. Şöyle demek istiyorum görmeden inandığımız ne kadar çok durum var.
Dünyaya gelirsin bi ağlamaklı hal vardır. Sonra ne olur, bebek büyür konuşur o arada insanları anlamaya başlar ya da düşünceler öğrenir. Toplum kurallar… Bence işte o anda kendimizi kaybediyoruz. Niye mi? Şöyle; biz onları anlamaya çalışırken kendi saf düşüncelerimizi kaybediyoruz. Saf ve temiz olan düşünceler yapay ve kuralcı düşüncelere dönüşüyor. Kendisinin ne olacağını şaşıran çocuk eğitim sisteminin içinde kendine ait düşüncesi kalmadan, hayatı dört ya da beş şık arasında görmeye başlıyor. Çocukken sorgulayan kişiye büyüyünce ne oluyor?
Dalgaların çıkardığı ses ona daha çok düşünmeyi kamçılayan bir olgu gibi geliyordu. Düşünceler o kadar derin oluyordu ki bazen kafasını birden kaldırıp nerede olduğuna şöyle kafasını çevirip bakıyordu. Akşamdı heralde. Bu bakışlarda onun gibi denizin kenarında oturup, içen adamlara bakardı. Hiç içmemişti. Zararlıydı ona göre alkol ee fazla düşüncelerde zararlıydı diye anında beyni cevap verirdi. Ama o dünyalık olarak bi şeylerin onu bağımlı yapmasına karşıydı. İçen kişileri seyrederdi bu seyretme hoşuna giderdi.
Beklediği varlık yanına gelmişti. Gülümseyerek yanına oturdu. Kapladığı yer bir kedi gibi ya da aslan hacmi gibi bir yer oluyordu. Hala ona bakarak gülümsüyordu. Vakit yine gelmişti. Yine gitmek gerekiyordu. Gitmesi gerektiği anda bile düşünceleri durmayordu. Öğle güneşinde karşısındakini tam olarak seçemiyordu. Bazen güneş çok ışık saçar ve gözlerini açamazsın ya öyle bi gündü. Varoluş yanlızlıksa bu varlık niye her gün yanında oluyordu. Aslında yalnız olmak insanın kendine yolculuğu değil miydi? Sorular cevaplardan daha önemli değil miydi?
Güneşin ışıkları giderek azalmaya başlamıştı ve insanlar yeni uyanmaya başlamışlardı. Sokaklarda haraketlilik başlamıştı. En belirgin örneği simitçilerdi. Varlık hala yanındaydı. Aslında yalnız dı çünkü varlık dediği aslında yoktu. Her şey zihinde olan bi durum değil miydi? Karşısındaki varlık gülümsüyordu ve gitmek vakti gelmişti.
Giderken şöyle tavana doğru baktı. Tavanda hiçi görmeye başladı. O da şaşırmıştı ilk kez hiçi görmesine. Hiç ne oluyordu kendi hayatımı ya da yaşayamadığı şeyler mi? Daha çok içinde kalan durumlar hiçti sanki. Tavanda siyah karartılar üzerine üzerine gelmeye başladı.. O ise gözlerini yumdu ve uykuya daldı.