Hayatımız 60’lık bir arabesk kaseti gibi, ağır aksak. Acı bir türk kahvesi kıvamında yaşıyoruz; kimimiz çok şekerli, kimimizin tadı yok; sadeyiz.
Parmak uçlarımızda, sevgiliye yazılan mektuptan geriye kalmış mürekkebin izleri de yok artık…
Yağan yağmurda merhametine sığındığımız telefon kulübeler yok; ve o kulübelerin müdavimleri jetonlar ağırlık yapmıyor artık ceplerimizde.
İsyan ederken haksızlığa karşı bağır çağır, “Sus!.. Sakın haa!.. Biraz yavaş, yerin kulağı var”, diyen korkaklara inat “Topraktan korkma, zira mayanda yok mu bir tutam balçık” diyen cesurlar da yok.
Tahta mandallarla tutturulmuş kırılgan masumiyetimiz de yok, muhtaç olduğumuz komşu da ve onlardan geriye kalan küller de.
Mahalle yok. Sokak yok. Sokakta çocuk, mahallede bakkal, bakkal da çırak, cam şişede süt, selam veren postacı, postacıda bayram kartı, kartta selam, sevgi, hatta özlem bile yok.
Hayatın hiç tadı yok artık, hepten Tuzsuz Deli Bekir.