Babasının birikmiş kumar borçları yüzünden sokağa çıkamaz olmuşlardı. Babasının sorumsuzluğu ve kendini bilmezliği yüzünden tutunacak bir dalları da yoktu artık. Dört kişilik bir aileydiler Hayat. Yatalak bir annesi ve babasının sorumsuzluğunu hayatına örnek almış başıboş bir abisi vardı. Abi Serdar lise 3. Sınıf öğrencisiyken okulu bırakmış çevresini kirletecek kadar başıboş ve uyuşturucu bağımlısı bir gençti. Hayat’ın yatalak annesi ise evde çıkan borçlar yüzünden çıkan tartışmadan babası tarafında aldığı darbeyle boyundan aşağı felç olmuştu. Hayat için annesinin felç olması dayanılmaz günlerin başlangıcıydı. Bu hayatta hiç dostu olmayan Hayat’ın tek tesellisi annesinin dizine uzanıp gözyaşı dökmekti. Ama artık her ağlayışında dökülen gözyaşlarını silecek ve annesinin dizine her uzandığında başını okşayacak şefkat elinden yoksundu. Annesi dini bütün bir hanımdı. En zor, en acı ve en dayanılmaz olaylar karşısında bile matemini gizler, sabrını gösterir ve Allah’a tevekkül ederdi. Hayat ise annesini o kadar sevmiş ve örnek almış olacak ki Onu gören anası derdi. Yani namuslu, terbiyeli, sabırlı bir kızdı anası gibi.
Hayat bugüne kadar sanki hiç büyümemişti. Okula gider, zekâ ve çalışkanlığıyla örnek öğrenciydi. Annesinin felç olmasıyla büyümüş olacak ki; evin bütün sorumluluğunu küçük omuzlarına almıştı. Annesinin bakımını yapar, hayırlı duasını alırdı. Kısa zamanda okulu bırakmak zorunda kalmış ve evin kirasını ödeyip yaşlı ve yatalak annesiyle dışarılarda kalmaması için çalışmaya başlamıştı. Kim bilir ne sevgiyle dolu hayalleri vardı. Çünkü sevgisiz bir Hayat düşünülemezdi…
Her günü aynıydı Hayat’ın. İşten çıkınca evine gelir, anasına koşar, sarılıp öper ve o sırada anasının dökülen gözyaşlarını silerdi ve ardından:
– Ağlama ana. Bak beni de ağlatacaksın sonra. Bak ben yine geldim işte. Başıma bir şey gelmez merak etme…
Sanki anasının dökülen gözyaşlarından düşüncelerini okuyordu. Çevreleri pek güvenli olmadığından anası güzeller güzeli kızının başına bir şey gelmesinden endişe duyuyordu. Çünkü babasının kumar borçları yüzünden çevre düşman kesilmişti adeta. Ama ne yazık ki babası yani; Demir Bey nefsini hesaba çekmeyip kumar oynamaya devam ediyordu. Kumar yüzünden arabasını ve evini satmış çoluk çocuğuna bakamaz duruma düşmüştü. Ama nafileydi bütün borçların boğaza dayanması… Baba Demir’den etkilenen ve bir babanın yokluğunda başıboş bir evladın yetişeceği gibi büyüyen Serdar ise günlerce eve gelmediği oluyordu.
Her zaman ki gibi bugün de güneş gülümseten ışıklarını saçmıştı masumların üstüne. Hayat da erkenden kalkmış namazını eda ettikten sonra güneşin ışıklarıyla beraber kahvaltıyı hazırlamaya başlamıştı. Bugün her zaman ki gibi yüreği huzurlu değildi nedense. Hayırlısı deyip geçmişti. O sırada Abi Serdar yataktan kalkmış her zaman ki gibi bir iki eşyayı kırdıktan sonra çıkmıştı evden. Baba Demir de gürültüyle uyanıp bağırmalardan ve çağırmalardan sonra kahvaltıya oturmuştu. Hayat da annesinin yemeğini yediriyordu o sırada. Derken Baba Demir de çıkmıştı evden . Her zaman ki yerine kumarhaneye…
Abi Serdar da evden çıktıktan sonra her zaman ki yerine gelmişti. Yine uyuşturucu almak için arkadaşlarının yanına. Sinirliydi ve kriz geçiriyordu.
– Arkadaşlar çabuk bir hap verin.
– Olmaz Serdar. Bu sefer olmaz. Önce borcunu öde.
– Yapmayın arkadaşlar dayanamıyorum.
Serdar’ı yıkmıştı bu cevap. Çünkü birikmiş borçlarını ödemediğinden bu sefer hapı alamamıştı. Arkadaşları tarafından ders olsun diye de hırpalanmıştı. Krize artık dayanamıyordu ve çaresizlik içinde yalvarıyordu ama nafileydi bütün yalvarmalar. Her şeyden vazgeçebilirdi o an ve vazgeçmişti de bir hap uğruna va amansız teklifte bulunmuştu:
– Alın beni ne yaparsanız yapın. Yeter ki verin bu laneti. N’olrsun.
– Acele etme dediğimizi yap alırsın hap.
– Ne istiyorsunuz söyleyin çabuk. Hadi dayanamıyorum.
– Bize kardeşini getirirsen veririz hapı.
– Neee! Hayır, olamaz yapamam bunu. Bunu benden istemeyin.
– Sen bilirsin. Seni bekliyoruz. Ne diyorsun?…
– Pislik herifler!
Serdar krize artık dayanamıyordu. Tek seçeneği vardı; ya hap ya da Hayat… Düşünemiyordu daha fazla ve hap demişti, Hayat’tan vazgeçerken. Evini yolunu tutmuşlardı hayasızca yapılan anlaşmadan sonra. Evde Hayat ve sadece gözlerini açabilen yatalak annesi vardı. Hayat annesinin yemeğini yedirirken kapı çalınmıştı beklenmedik bir anda ve Hayat:
– Kimsiniz?
– Açsana kız benim.
Kapıyı açtığında karşısında daha önce abisinin yanında gördüğü yırtık pantolonlu ve kirli sakallı abisinin arkadaşları ve abisi vardı.
– Gir içeri çabuk!
– Ne oluyor ağabey?
– Yürü git diyorum sana! (Kolundan tutarak)
Adamlar Hayat’ın kollarından tutarak çoktan götürmüşlerdi odaya kapının kapanmasıyla beraber. Serdar utanmadan beklemeye başlamıştı, içerden gelen masum çığlıkları duymazlıktan gelirken. Zalimce, utanmadan bekliyordu.
Hayat içerde iki canavara yenik düşerken anası, olanların farkındaydı. Ne bağırığ çağırabiliyor; ne de kalkıp bu acıya son verebiliyordu. Yapabildiği tek şey gözlerini açıp kapatmaktı ve her açıp kapattığında sel olmuş gözyaşlarını dökmekti. Bu da sessiz çığlığın ta kendisiydi. Yürek sızlatan bu sahneye şahit oluyordu ana yüreğiyle, ana gözüyle…
Derken çıkmışlardı odadan, arkadan duyulan feryatlarla, acılarla, çaresizliğin haykırışlarıyla birlikte. Ve kendilerine ait olan kahkahalarla. Hapı yere atmış ve gözden kaybolmuşlardı çoktan. Haykırıyordu Hayat hıçkırıklarla. Yine haykırıyordu; insanın içini kanatan, insanın dünyasını alt üst eden ve onu duygu seline boğan haykırışlarla haykırıyordu. ” Anam beni görmesin, kirlendim ana. Namusumu kirlettiler ana.” diye.
Ana yüreği dayanır mı bu ıstıraplara… Acı, çaresizlik, dayanılmaz bir sancıyla yummuştu gözünü, ölmüştü kahırdan. Filmin acısına daha fazla dayanamamıştı. Hayat kanlı gözyaşlarıyla çıkmıştı odadan. Bir abinin ihanetiyle beraber. Anasını ölü gördüğünde, yıkılmıştı yere, sürünerek gidebilmişti anasına. Son kez şefkat elini almıştı eline ve son kez koklayacaktı en derinden… Masum gözyaşları sel olmuştu. Hayat için tam bir kıyametti bugün. Feryat figan içindeydi. Çaresizliği ve ümitsizliği ilk kez bu kadar derinden hissetmişti küçük dünyasında. Serdar uyuşturucunun etkisiyle kendinden geçip evden kaçmıştı.
Baba Demir evde duyulan gürültülerden haberdar olunca eve koşmuştu. Karısının öldüğünü görünce pek üzülmemişti. Hayat’ın üstü başını yırtık görünce nasıl bu hale geldiğini merak etmişti ama üzüntüden yapmıştır deyip kafaya takmamıştı. Baba Demir bir nebze de olsa babalık görevini yapıp kızını teselli etmeye çalışıyordu bugün. Cenaze işleri hallolduktan sonra ana yüreği şahit olduğu ıstıraplarla gömülmüştü toprağa gün içinde… Akşam olmuştu. Serdar’dan haber yoktu. Evde Baba Demir ve gözü yaşlı Hayat vardı. Baba Demir’in çevreyle ilişkisi kötü olduğundan Hayat hatırına gelenler de pek kalmamıştı. Hayat gözyaşlarıyla, abisinin pisliğiyle veda etmişti bugüne.
Aradan iki ay geçmişti. Serdar iki hafta sonra eve gelmişti. Baktı ki evde anormal bir şey yok eski rahatlığına dönmüştü vicdansızlığıyla. İki ay geçmesine rağmen Serdar ve Baba Demir’den değişen bir şey yoktu. Hayat ise anasının yokluğunda yalnız başına kalmış ve anne hasreti içinde yanıp tutuşuyordu. Yokluk, çaresizlik, sitem, hasret ve daha nicesi Hayat’la arkadaş olmuştu. Abisinin yaptığı pislik rüyalarının kâbusu olmuştu. Bir türlü gözünün önünde gitmiyordu, unutamıyordu. Nasıl gidebilirdi ki, nasıl unutabilirdi ki! Kolay değildi yaşananlar ama dayanılmaz, elem dolu günlerin güneşi her zaman bunlarla da yetinip batmayacaktı…
Bir Pazar(lık) sabahıydı. Güneş nedense bugün bulutların arkasına saklanmış ve ağlamıştı. Yine klasik bir sabah yaşadıktan sonra Serdar ve Baba Demir çıkmıştılar evden. Serdar çıkmaz sokaklara, Baba Demir ise kumarhaneye gitmişti. Ama bu sefer elinde ne varsa yoksa kaybetmişti. Ama kazanmıştı da. Nasıl mı?.. Her şeyini kaybedince masadaki oyunu kazanan yaşlı adam amansız bir teklifte bulunmuştu:
– Devam edelim mi?
– Her şeyimi kaybettim.
– Aslında kaybetmedin. Bak sana ne diyeceğim, beni bilirsin. Servetim çoktur. Biz bizeyiz. Yanlış anlama sakın.
– Hadi ne söyleceksen söyle. Uğraştırma beni.
– Bak diyorum ki var mısın kızın Hayat’a karşılık oynamak. Onu mutlu ederim. Hem benden daha iyi bir koca mı bulacak?
Baba Demir düşünmüştü bir an haklı bulmuştu yaşlı adamı. Her şeyini kaybedince ondan daha iyi bir zengin kocam mı bulacak diyerek kendini haklı çıkartmaya çalışıyordu kendince.
– Haklısın neden olmasın ki. Ama bir şartım olacak. Kaybedersem de üstünden büyük para alacağım, malum borcum çoktur biliyorsun. Hem Hayat’ın mutlu olmasın isterim.
Evet, kendince Hayat’ın mutlu olmasını istiyordu. Tüyler ürperticiydi ama işin içinde kazanmak da vardı kendince. Ve akıl almaz bir ilke imza atıyorlardı. Kızını, masum bir hayatı, Hayat’ı koymuştu masaya. Kaybederse de kazanacaktı, kârlı çıkacaktı nasıl olsa. Çünkü Hayat’la birlikte şartı da vardı masada. Yüzsüzlüğün bu kadarına da pes dedirtiyordu yaşananlar. Ve oyun başlamıştı. Baba Demir’in aklı alacağı paradaydı. Derken oyun bitmişti. Bir cana karşılık oynamak pek de uzun sürmemişti. Göz açıp kapanma süresinceydi. Kaybeden ve kazanan vardı bu oyunda da. Kural burada da çok basitti. Kaybeden ve kazanan. Ve kazanmıştı bu sefer Baba Demir ama bu oyunda kural adaletsiz davranmıştı. Çünkü her ikisi de kazanmıştı! Ama oyun ikisine kazandıracak kadar insaflı davranamazdı. Öyleyse kaybeden kimdi, neyi kaybetmişti ki oyun bu kadar kazançlı görünüyordu? Aslında kural hiç değişmemişti. Neden mi çünkü aslında kaybeden Hayat idi, hayatını kaybetmişti. Baba Demir’i pişmanlık sarmamış olacak ki:
– Parayı ne zaman alıyorum?
– Evde alırsın.
– Tamam, hadi gidelim.
Basit bir cümleyle bitmişti Hayat’ın hayatı: “Tamam hadi gidelim.”. Ve evin yolunu tutmuştular. Yol süresince en mutlu olabilecek son anlarını yaşıyordu Hayat. Ve o mutlu anlar da son bulmuştu. Kapı çalınmıştı ve açmıştı Hayat masumiyetinden habersizken. Kapıyı açtığında ürkmüş, utanmıştı. Çünkü babasının yanında babasından yaşı kadar büyük, çirkin suratlı adamı görünce korkmuştu. Babası:
– Kız ne bakıyorsun? Çabuk bize bir çay demle.
– Tamam baba.
Çay demlenirken odadan gelen kahkahalar evin dört tarafını sarmıştı. Hayat çayları götürecekti odaya her şeyden habersiz saflığıyla. Derken çaylar bembeyaz ellerinden düşmüştü ve duymuştu büyük felaketini:
– Kızın daha da güzelleşmiş
– Tamam uzatma. Parayı ver defolup gidin. Hayat o an yıkılmıştı. Hayat’ın elem dolu çığlıklarıyla odadan çıkmışlardı. Yaşlı adam Hayat’ın kollarından tutmuş kapıdan çıkarmaya çalışmıştı bile. Hayat’ın ince sesinden kelimeler düğümleniyordu:
– Baba neler oluyor, ne diyor, ne yapıyor bu adam?
– Sus kız kocanın sözünü dinle.
– Ne kocası baba, ne diyorsun?
– Sus diyorum sana. Seni kumarda kazandı. Hem bundan daha iyi bir koca mı bulacaksın.
– Yapma baba ne diyorsun? Böyle bir şey mi olur?
– Senin için böylesi daha iyi. Hem kumar borcu namus borcudur.
Hayat’ın içini dökmesine izin vermeden götürmüştü bile yaşlı adam. Dökülen göz yaşlara karşılıktı bu sözler: “Kumar borcu namus borcudur.” Tüyler ürperticiydi yaşananlar. Nasıl bir borçtu bu? Namus borcu bu kadar mı ucuzdu? Nasıl nasıl bir babaydı her şeyden önce!… Kumarda kızına karşılık oynamak! Ya Rabbim! Bu nasıl bir hayattı, nasıl bir vahşetti? Anlatması bile gözyaşı döktürürken ya yaşayan…
Zaman su gibi akmıştı. Aradan haftalar geçmişti. Hayat yaşlı adamı istemeyince tecavüze uğramış ve dayak yemekten mor kesilmişti nur yüzü. Yaşananlar bunlarla da bitmiyordu ki… Yaşlı adam, Hayat’a çekilmez işkenceler yapmış, dayanılmaz acılar yaşatmıştı. Bunlar da yetmezmiş gibi yaşlı adam Baba Demir ile yaptığı pisliği sürdürmüştü. Evet, vahşetin altına tekrar imzanı atmıştı. O da kumarda kaybettiği zaman karşılığı Hayat olmuştu. Masum bir hayat.
Günler geçmişti böyle. Hayat artık dayanamıyordu bu vahşete. Her duasına, her haykırışına melekler şahit oluyordu. “Al canımı Ya Rabbim. Kurtar beni bu pislikten.” diye. Henüz 16 yaşındaydı Hayat. Okuma sevdasıyla yanıp tutuşurken, ailesi tarafından hayatın ağır yüküne maruz bırakılmış bir Hayat. Masumdu Hayat ama artık kirliydi masumiyeti. Çünkü kirletmişlerdi! Bir Perşembe akşamıydı. Yaşlı adam vicdansızlığına sarhoş olmuş ve yine kaybetmişti kumarda. Ama kaybını hemen kazanmalıydı. Onun için evin yolunu tutmuşlardı.
Çünkü kaybını hep Hayat’a ödetiyordu. Çünkü kaybını hep Hayat’la kazanıyordu. Ve o akşam yine bir kaybını masum bir hayatla kazanmak için düşmüştü yola. Eve gelip kapıyı açtığında bu sefer gerçekten kaybetmişti. Çünkü Hayat secdedeyken vefat etmişti. Hayat sadece dua etmişti ve sonsuz yolculuğa bilet kesmişti. Vicdansız adam kendisi için bir değer ifade etmeyen Hayat’ın cesedini ne yapacağını düşünmeye başlamıştı. Kumarda kazanan adam ise bu işe karışmayacağını söyleyip çıkmıştı evden. Yaşlı adam cesedi ailesine teslim etse yaptığı pislikler ortaya çıkacaktı. Bu işten kurtulmak için iyi bir plan yapmalıyım derken akıl almaz bir fikre odaklanmıştı! “Cesedi parçalamalıyım. Böylece kurtulurum bu pislikten.”. Ve akıl almaz fikrini yasalaştıracaktı az sonra. Balta getirip parçalamıştı cesedi ve gece yarısı nereyi bulmuşsa oraya atmıştı. Acımasızca katletmişti. Geçen bunca zaman Hayat’a veda etmişken Baba Demir ve Serdar için vicdan azabı olmuştu. Bu sefer değiştirmişti vicdansızları. Sızlatmıştı vicdanlarını.
Utanmışlardı. Pişmanlık duymuştular. Son pişmanlık fayda vermeden pişman olmuştular. Varlığın varlığını, yokluğun varlığında hissetmiştiler. Yani; Hayat’ın varlığını yokluğunda hissetmiştiler ama Hayat varlıkta yok olmuşken! Bunca geçen zamanda Hayat’ı aramıştılar yaptıklarının pişmanlığıyla. Polise “Kızım kayıptır.” deyip haber vermiştiler. Ama bir haber alamamıştılar. Yaşlı adam izini kaybettirebilmişti.
Bir Cuma sabahıydı. Hayat’ın ölümünün ardından iki hafta geçmişti. Polisler parçalamış cesedi bulmuş ve yapılan araştırmalardan sonra cesedin kaybolan Hayat’a ait olduğu anlaşılmış ve aynı zamanda tecavüz edildiği de öğrenilmişti. Polisler Baba Demir’e haber vermek için yola koyulmuşlardı. Ve kapı çalınmıştı. Kapının çalınması sanki artık suçlular cezalandırılacak ve vicdansızlar azabı tadacak der gibiydi. Baba Demir:
– Kimsiniz?
– Açın lütfen polis.
– Kızımdan haber mi var?
– Evet, ama maalesef… Başınız sağ olsun.
Polisler bu arada sürpriz bir gelişmeyle Baba Demir’i ve Serdar’ı tutuklamıştılar.
O sırada Yaşlı adam da başka polisler tarafından tutuklanıp karakola getirilmişti. Çünkü Hayat bütün yaşadıklarını; abisinin pisliğini, babasının vicdansızlığını, yaşlı adamın eziyetini bir kağıda yazıp yutmuştu. Büyük mucize burada olmuş olacak ki kağıt sapasağlamdı. Baba Demir, Serdar ve yaşlı adam karakolda yüz yüzeydiler. Burada ilk kez katil olmanın farkında olup, Hayat’ın ki kadar olmazsa da dayanılmaz acılar çekmiştiler. Polisler Baba Demir’den bu vahşeti dinlemek istediğinde, Baba Demir:
– Evet kızımın bu hallere gelmesinden ben sorumluyum. Kumarda kızıma karşılık oynadım. Bir babanın evladına yapabileceği en büyük kötülüğü yaptım. Kumarda kaybedince bu yaşlı adama verdim. Hayat’ın yürek sızlatan feryatlarına karşılık benim cevabım; “Kumar borcu namus borcudur.” olmuştu. Ben, ben pişmanım demekten bile utanıyorum. Ama Hayat hep masumdu. Tek suçlu biziz…
Bunca elem dolu yaşamı, masum bir H(h)ayat’ı bir cümleyle noktalamıştılar: “HAYAT HEP MASUMDU, TEK SUÇLU BİZİZ!”. Evet Hayat hep masumdu bu hayat içinde! Hayalleriyle hayat kurmaya çalışırken ama artık hayat içinde Hayat yoktu yeryüzünde…