Hep hayaller uğruna yaşadığımız söylenir. Peki ya gerçekler? Hayallere sınır konulmaz mı gerçekten? Gerçeğini yaşamayacağın bir şeyin hayalini kurmak ne kadar doğru?
Bugüne kadar hep hayallerimle yaşadım ben, her an aklımda gözümün önündeydiler. Gerçeklerden çok onları yaşadım. Ama fark ettim ki hayalleri bu kadar özgürce yaşamak aslında o kadar da iyi bir durum değilmiş. Çünkü ne kadar mükemmel kurarsan hayallerini o kadar soğursun gerçeklerden. Kendi hayatın ne kadar iyi olursa olsun yetmez sana. İnsanoğlu hep daha fazlasını ister, daha fazlasını hayal eder. Kimse daha kötüsünü düşlemez, hatta eşit konumda olmayı da düşlemez. Bu yüzden gerçek hayat asla tam anlamıyla tatmin etmez seni. Çünkü hayallerinde de olsa yaşamışsındır o düşlediğin hayatı ve gerçeğini yaşayamayacağını bilmek daha da uzaklaştırır insanı bu dünyayı kabullenme gerçekliğinden. İşte o zaman istesen bile keyif alamazsan yaşadığın hayattan. Sanki zorla yaşatılıyordur bu hayat sana. Hâlbuki yalnızca bir hayatlık şansımız varken yaşayamayacağımız hayaller uğruna gerçekleri heba etmek ne kadar doğru?
Kabullenmek mi gerek gerçekleri yoksa hayallere sığınıp kaçmak mı gerek gerçeklerden? Sahi hangisi daha az acıtır insanın canını; hiç yaşayamayacağı gerçekleri kabullenmek mi yoksa gerçekleşmeyeceğini bile bile hayalini kurmak mı? Bu durumda önümüzde iki durum oluşuyor. Ya hayallerden vazgeçerek bu hayatı acısıyla tatlısıyla kabullenerek, yaşamın olabildiğince keyfini çıkarmak ve gerçeklere alışmaya çalışmak. Ya da madem bunlar gerçek olmaktan çok uzak, mademki yaşayamayacağım bu gerçekleri öyleyse en azından hayallerimde yaşatırım ve kendimi hayal de olsa o durumu yaşamış sayarım demek.
Şimdi aklımıza şu soru geliyor; yahu bunun ortası yok mu hem hayal kurup hem de gerçeği yaşamak neden mümkün olmasın ki? Evet, bu da olabilir elbette. Fakat inanın en acı veren de bu. O kadar çok yaşadım ki bunu, ruhum hayallerimde kaybolurken bedenim gerçek hayatta sürüklenip durdu. Hayallerle gerçekler arasında benliğim kayboluyor sanki. İşte o zaman başlıyor benim hayatla olan sorunum.
Çünkü asıl sorun şu ki; ben kendimi ancak hayallerimde bulabiliyor. Öylesine bana aitler ki. Ben öylesine benim ki orda. Kendimi gerçek hayatta kaybolmuş hissediyorum. Sürekli zihnimin içinde dönüp duran hayata kaçıyorum. Çünkü asıl benimsediğim hayat o. Asıl istediğim, kendimi tamamen ait hissettiğim hayat o. Olmak isteyip de olamadığım her şeye sahibim orda. Özgüveni yüksek, istediği hayata sahip mutlu bir kadın var orda. Koşuşturmalarından bile keyif alan, yaşadığını her zerresinde hisseden, hayatını dolu dolu yaşayan, işini seven, kendini o hayata ait hisseden güçlü bir kadın… Sonra birden gerçek hayata dönüyorum ve puf diye kayboluyor her şey. O güçlü, mutlu kadın yerine hayallerindekini yaşayamadığı için daha mutsuz, daha memnuniyetsiz bir kadın çıkıyor ortaya. İşte o an anlıyorum aslında hayallerin ne kadar tehlikeli olabileceklerini. Çünkü gerçekte olmayan bir şeyi orda görmek ona sahip olmak için sizi hırslandırmıyor, ona sahip olamadığınız için daha da mutsuz ediyor sizi.
İşte tam da burada ortaya başka bir soru çıkıyor; hayallerimize sınır koymalı mıyız? Hayallerimize sınır koyarak onları kısıtlayarak ne kadar önlem alabiliriz bu duruma karşı ya da alabilir miyiz gerçekten? Sınırlı bir hayal kurma ne kadar tatmin eder ki insanı? Hayal kurmanın asıl güzel yanı bu değil mi zaten, hiçbir sınır olmadan özgürce düşünebilmek. İnsan beyni maalesef sınırlara ayak uyduracak kadar yönetilebilen bir yapıya sahip değil. Her ne kadar kısıtlamaya çalışsanız da kendinizi; o düşünceler, hayaller bir şekilde kaldırıyor, yıkıyor o sınırları. Düşünmemeye çalıştıkça daha çok düşünüyor insan. Sınır koydukça daha çok özgürleşiyor düşünceler ve hayaller. İşte o zaman elinizde ne hayal kalıyor ne gerçek.
Hayal olmayınca umut da olmuyor onu fark ettim açıkçası. Geleceğe dair umutlar, planlar da hayallerin bir parçasıymış aslında. Zihnin en ücra köşelerinde özgürlüğün doruğunda olan hayaller varken, geleceğe yönelik daha gerçekçi planlar, gerçekleşmesi muhtemel görünse dahi mutlu eder mi insanı? Evet, bu kadarı da çok karamsarlık farkındayım ama dedim ya kendimi ait hissettiğim hayat o ücra köşelerde saklı, ne yaparsam yapayım biliyorum ki yetmeyecek bana o umut kırıntıları ya da o muhtemel olan planlar.
Aslında düşünüyorum da, o hayaller belki de imkânsız göründüğü için bu kadar güzeller. Dediğim gibi insanoğlu tatmin olmaz yaşadıklarından, bir durumu elde ettiği an kaybolur bütün güzelliği, başka durumlar, başka hayaller parıldar bu defa.
Hayal kurmak güzel şeydir vesselam. Fakat o hayaller seni gerçeklerden soğutmaya başladığı an da o güzellik yerini umutsuzluğa bırakabilir. Öyle bir çıkmaz ki bu, ne sınır koyabilirsin ne de özgürlüğe koşabilirsin. Yapay bir çift kanat takmış gibi ya uçmaktan vazgeçersin ya da düşmeyi göze alırsın.