Yemyeşil bir vadinin ötesinde, ırmağın azgın sularını dizginleyemediği ve dünyadan çok uzak bir köyde geçiyor bu hikâye… Birbirlerine kavuşamayanların ama kalpleri hiçbir zaman birbirlerinden ayrılamayanların bu hikâye…
Hikâyenin kahramanı Halit isimli toy bir delikanlı… Yüreği yaman ateşlerle yanan, Anadolu’nun yanık bağırlı bir genci… Her insan gibi o da günün birinde derin acılara, şiddetli ağrılara tutulmuş, yani âşık olmuş. Hem de öyle bir sevdaya tutulmuş ki köyün önünden geçen derenin tüm suyunu içse yine de yüreğindeki aşk ateşi sönmez olmuş. Anası, oğlunun bu halini görünce ağlar, feryada başlarmış:
- Ah, benim yiğit oğlum, derdi karşıki dağlara sığmayan oğlum! Seni dokuz ay karnımda ben taşıdım, baban ölünce sana hem analık hem babalık yaptım. Boğazından geçen helal sütü ben içirdim. Söyle bana oğlum derdini. Eğer söylemezsen, bu yaşlı anana işkence etmiş olur, yüreğini dağlarsın. Anlat anana ki rahatlayasın.
Ama bizim oğlan sel verirmiş, sır vermezmiş. Anasına bundan bahsetmemekte kararlıymış. Çünkü önce âşık olduğu nazlı dilberin kalbini çalması, sonra da anasına söyleyip onu sevgilisinin ailesine görücüye göndermesi gerektiğine inanırmış.
Artık işi gücü bırakmış, kara gözlü sevgilisinin takibine koyulmuş ve ona en uygun ortamda ilan-ı aşk etmeye karar vermiş. Halit’in yüreğini yakan, onu bu sevda volkanının içine atan ise Elif adında güzel mi güzel bir kızmış. Elif’in de gönlü Halit’teymiş ama bunu ona söylemeye utanırmış. Elif, köylüden birinin kızıymış. Babası, Halit’in babasının yakın arkadaşıymış. Bu yüzden Halit’i oğlu gibi severmiş.
Neyse, biz dönelim Halit ile Elif’e. Halit, nihayet tenha bir yerde Elif’in yolunu kesmiş. Elif, ilk önce nazlanmış.
- Çekilsene, yiğit! Niye önümü kesersin?
- Utanma, ey güzel! Ben senin için art niyet besleyen biri değilim. Sadece senin kara kaşını, kara gözünü, rüzgârda uçuşan kara saçını daha yakından görmek için sana geldim. Seni ilk gördüğüm günden beri gönlüm ateşten bir çukura düşmüşten beter oldu. Ne olur, duy beni! Aşkıma karşılık ver! Seninle hiç sönmeden yanacak bir ateşi canlandıralım.
- Ey, Kerem dengi! İyi söylersin, güzel söylersin! Ben de sana vurgunum, senin aşkınla tutuşurum. Sana varmak isterim. Gönlüm ezelden beri senindir.
- Ey, selvi boylum! Benim aşkıma karşılık vererek beni bahtiyar ettin. Kevser suyuyla susuzluğumu giderdin. Lakin sönmeyecek içimdeki senin için yanan ateş… Bunu bilesin!
- Beni çok seveceksin değil mi?
- Evet, hiçbir zaman ayrılmaksızın…
- Ferhat’tan çok mu?
- Ferhat, Şirin için dağları delmiş. Ben senin için gökleri delerim.
- Mecnun’dan çok mu?
- Mecnun, Leyla için çöllere düşmüş. Ben senin için cehennem ateşlerine gözüm kapalı girerim.
- Ben de seni Aslı’nın Kerem’i, Zühre’nin Tahir’i sevdiğinden daha çok seveceğim.
- Burada şu ağacının altında yemin edelim.
Ve ikisi yaşlı çınar ağacının altında ayrılmayacaklarına yemin etmişler.
* * *
Halit, artık zamanın geldiğine, aşkını ve onu ne kadar çok sevdiğini anasına anlatmaya karar vermiş. Anasını karşısına almış.
- Ah, benim güzel anam! Dertleri saçındaki aklardan çok anam! Oğlunun yüreği yanıktır, anam!
- Bunu ben de görmekteyim, oğul! Ancak bir türlü nedenini bana söylemezsin.
- Derdim dünyalar güzeli bir kız anam!
- Ben bunu anlamıştım, oğul! Ana yüreği bu… Evladının içini, dışını bilir.
- Güzel anam, senden bir ricam var. Ne olur kırma beni, iste şu kızı bana.
- Kim bu kız, oğul? Söyle bana.
- Ormancı Sülo’nun kızı, ana…
- Sevdandan kızın haberi var mı, oğul?
- Var, ana!
- Sülo, babanın en iyi arkadaşıydı. Umarım o da sizin aşkınıza benim kadar sevinecek. Haber ettireyim de yarın görücüye gideyim.
Halit, bir sevinmiş, bir sevinmiş ki neredeyse kanatlanıp uçacakmış. Bir koşu gitmiş Elif’in yanına. Bu güzel haberin tadına varmışlar yan yana.
Aracılar, Elif’in annesine getirmişler haberi. Elif’in annesi de bekleyeceklerini söylemiş. Vakit gelince Halit ve annesi varmışlar Elifgil’e. Önce Elif’in yaptığı kahveler içilmiş. Birkaç hal hatır sormadan sonra esas meseleye girilmiş. Halit’in annesi almış sözü:
- Efendim, buraya hayırlı bir iş için geldik. Allah’ın emri, peygamberin kavliyle kızınız Elif’i oğlum Halit’e istiyorum.
Bunun üzerine söz gelmiş Elif’in babası Sülo’ya:
- Her iş olacağına varırmış. Halit’i oğlum gibi severim. Lakin Halit’in bu iş olmaz.
- Ne için olmaz? Her işin bir nedeni vardır. Sizin nedeniniz nedir?
- Halit’in durumu belli… Kızıma ne kadar bakabileceği belli… Kızımın geleceğini tehlikeye atamam.
- Lakin hepimiz bu şartlar altında evlendik. Şimdi neden böyle bir evliliğe izin vermezsiniz?
- Benim söyleyeceklerim bu kadar. Ben yaşadığım sürece bu evlilik olmaz.
Bunun üzerine Halit ve anası, büyük bir keder içinde evi terk etmiş ve yuvalarına dönmüşler. Halit, acı içerisinde kıvranmaya başlamış. Sülo amcasının böyle söylediğine ve bir aşkın böyle göz ardı edilebileceğine inanamamış. Ve Elif’i kaçırmaya karar vermiş.
Ertesi gün Elif ile buluşmuş. İkisinin de yüzünden düşen bin parçaymış. Elif, almış sözü:
- Babam beni sana vermedi, Halit’im. Amma ben senden başkasına varmam.
- Ben de senden başkasını sevemem, Elif’im.
- Biliyor musun? Babam beni Ruşen Ağa’nın oğlu Refik’e verecekmiş. Hem o daha zenginmiş. Beni rahat ettirirmiş. Ayağıma altından hal hal, parmağıma pırlanta yüzük takarmış. Lakin ben bunları istemem, Halit. Ben seni isterim.
- Elif’im! Sen hiç merak etme. Eninde sonunda benim olacaksın.
- Senin olmaya razıyım.
- Benimle ömür boyu beraber olmak, neresi olursa olsun gelmek ister misin?
- Seninle cehenneme de olsa giderim.
- Öyleyse, bekle beni Elif’im. Seni yarından sonraki gece kaçıracağım. Herkes uyumuş olacak ve biz mutluluğa koşacağız.
- Beni bu gece kaçır, Halit!
- Kasabada tanıdığım ve bana her zaman yardım edecek bir dostum var. Önce onunla konuşmam lazım. İşleri yoluna koyana kadar orada kalırız.
- Peki, Halit! Sen ne dersen öyle olsun. Yeter ki, beni Ruşen Ağa’nın oğlu Refik’e bırakma.
- Merak etme Elif’im!
Halit, dediği gibi kasabadaki arkadaşını ayarlamış ve onda kalmak için rızasını almış.
Halit, Elif’i kaçıracağını anasına açmış. Anası yüreğine kor ateş düşmüş gibi haykırmış:
- Etme oğul, yapma oğul! Bir kız için sonu gelmez boşluklara adım atma.
- Elif’i kaçırıp onunla mutlu olacağım, ana!
- Ananı burada yalnız mı bırakacaksın, oğul?
- Merak etme, ana! İşleri yoluna koyunca seni yanıma aldıracağım.
- Ne diyeyim, yiğidim! Bana ancak sana dua etmek düşer.
- Hakkını helal et, ana!
- Helal olsun!
Ana ile oğul, derenin suyunu taşıracak kadar gözyaşı dökmüşler.
Halit, söz verdiği gibi herkesin uyuduğu bir anda Elif’in penceresini tıklatmış. Elif, hemen pencereyi açmış ve dışarıya fırlamış. Birbirlerine sarıldıktan sonra yürümüş ve koşar adımlarla oradan uzaklaşmışlar.
* * *
Peki, bundan sonra ne olmuş? Gerçekten hikâyenin kahramanları muratlarına ermişler mi? Bakalım, hikâyenin sonunda ne olmuş?
* * *
Ertesi sabah günün ilk ışıklarıyla beraber Halit, Elif yanında olduğu halde kasabadaki arkadaşının evine varmış. Arkadaşı onu en iyi şekilde ağırlamış. Halit, Elif’e onunla en yakın zamanda evleneceğini fakat öncelikle bir iş bulması gerektiğini söylemiş. Halit, arkadaşına çalıştığı fabrikada kendisine de iş bulmasını söylemiş. Ama ne yazık ki, fabrika işçi almıyor, tersine işçi çıkarıyormuş. Halit, işyeri işyeri gezerek iş bulmaya çalışmış. Ama hangi kapıdan içeriye girse, hangi kapıya başvursa “İş yok!” lafından başka bir cevap almıyormuş.
Hamallık yapmayı düşünmüş. Birkaç gün bunu denemiş. Arkadaşının yardımı ile kendisine sepet almış. Her gün sokaklarda dolaşmış, müşteri aramış fakat bulamamış. Artık herkes işini kendisi yapıyormuş. Ne alışverişten dönenler ne de başkası ellerindeki malları hamala taşıtıp fazladan para vermek istemiyormuş. Hatta günün birinde alışverişten dönen bir kadın Halit’e “Zaten yaptığım alışveriş ne ki elimdekiler ağır olsun da sana taşıtayım.” demiş.
Halit, her sabah çıkıp gecelere kadar iş bulmak, para kazanmak arzusu içinde geziyormuş. Ama hiçbir umut kapısı yokmuş. Tam bu esnada bir tekstil atölyesinde iş bulmuş. Yalnız verdikleri ücret o kadar düşükmüş ki bununla geçinmek mümkün değilmiş. Bu arada arkadaşının hanımı da mızmızlanmaya başlamış. Halit, ona hak veriyormuş. Çünkü köyden geleli bir ay olmuş ama hala onların evinde kalmaya devam ediyorlarmış.
Halit, artık bu işin böyle yürümeyeceğini ve köye geri dönmek gerektiğini düşünmüş. Ama böyle olursa Elif’le evlenemezmiş. İyice düşünüp taşındıktan sonra Elif’ten ayrılmaya ve onu babasına iade etmeye karar vermiş. Bu kararını Elif’e söylemiş. Aldığı cevap kat’iymiş:
- Eğer ben köye, babamın evine bu şekilde dönersem, köyde kimsenin yüzüne bakamam. Babam beni eve almaz. Kapının önüne kor… Ah, ben zamanında Ruşen Ağa’nın oğlu Refik’e varmalıymışım! Ah, benim akılsız kafam! Bundan sonra istesem de senden ayrılamam.
* * *
Sabah uyanınca Elif ilk işi Halit’i uyandırmak olduğu için Halit’in kaldığı odaya yeltenmiş. Ama onu orada bulamamış. Herhalde kalkmıştır düşüncesiyle salona girmiş. Halit orada da yokmuş. Bu kez Halit’in erkenden ayrılmak zorunda kaldığı fikrine kapılmış. Bu arada ev halkının kendisine acıyan gözlerle baktığını fark etmiş. Ev sahibinin elindeki kâğıt ise dikkatini çekmiş. Sormuş:
- O kâğıt nedir?
- Halit’in notu…
- Halit’in notu mu? Niye not yazmış ki?
Cevap tek kelimeymiş:
- Kaçmış!
Beyninde yankılanan “Kaçmış!” cevabının başında yarattığı müthiş ağrıya şakaklarına dayanan silahın namlusunun baskısı da eklenmiş. Ve tek kurşunla bu baş ağrısı dinmiş.