Saatler gece ikiye gösteriyordu. Kafamız yine sallanıyor, iki arkadaş kol kola girmiş yürüyorduk yokuş aşağı. Birbirimize olan tek bağımız o an birbirimize tutunmamızdı. Onun dışında iki ayrı kafa, iki ayrı düşünce, iki ayrı his, iki ayrı gerçekler ve gerçeklerin getirdiği sonuçlardı. İçimizde kendimize sorduğumuz tek soru “neden?” oluyordu. Neden yapıyorduk bunu? Çünkü biz iki ayrı kafada çıkan tüm gerçekleri birbirimizde gören, görmesek bile yansıtan, birbirimizi bilen iki insandık. Tek farkımız bu yola girmeden, bu yola giriş nedenlerimizdi.
Birbirimiz çok seviyorduk. Sahi diyorum, yediğimiz içtiğimiz ayrı gitmezdi. Bu yüzden ikimizdik sadece. Sözde tek tabancaydık. Gülünç.
Yüzüme bakıp derdi ki yahu biz seninle gerçekten çok iyiyiz, acımız da tatlımız da ortak oluyor. Hakiki dostuz biz yahu! Duymaz, görmez olaydım.
Siz diyin 7 ay, ben diyeyim 10 ay bu böyle gitti. Son bam! Alnımdan vurulmuşa döndüm. Bir baktım ben meydanda tek başıma, o ve başkaları benim karşımda. Ne oluyor? dememe vakit kalmadan elim bağlı, kafamdan bastırılarak bindirildim bir arabaya. Şaşkındım. Gerçekten yaptı mı bunu diyordum kendi kendime yüzümde kızgın bir ifadeyle yollara bakarken. Bir yandan da düşünüyordum yollara bakarken bir daha gözlerim açık olacak mı diye. Bir taraftan çalan telefonum, bir taraftan yüzüme gelen yumruklar, bir taraftan ise “dostumun” ön koltukta benim yüzüme bakarak “iyi oldu mu, değdi mi?” demesi.
Onun bana yönlendirdiği bu sorunun nedeni onu sokmak istemediğim yönlerdi. Bu onu bilmiyordu. Başının yanacağını, riske gireceğini, korkup kaçacağını bilmiyordu. Sadece çok istiyordu. Doyumsuzdu ve elini her şeye daldırma istiyordu. Evet onu ateşe sokmamak için o beni ateşe sokmuştu. Hem de hiç olmayacak heriflerle, yüzüme gülerek.
Her neyse kafayı yemiştim zaten yeteri kadar, bu neydi şimdi? Düşünün işte, o kadar saçmaydı yokuş aşağı kol kola inme nedenlerimiz.
Vardık bir yere. Saçma sapan sote bir yer indirdiler beni. Yalan söylemeyeyim indikten sonra korkmuş bir şekilde dedim ki kendi kendime; sen bittin. Aradan geçti yarım saat bir süre geldi iki kişi. Öteden yüzlerini seçemiyorum. Birisine dedi ki bu o mu? O da dedi ki evet. Allah’ım ben nereye düştüm, ne olacak şimdi demeye kalmadan adam yaklaştı ve ne göreyim? Bu adam beni zaten yolların sonunda kurtaran kişi. Abi dedim bakarak yüzüne. Adımı hitap ederek beni getirenlere bağırdı ve ellerimi çözdürdü. O zaman inandım ki “her zaman bir yol vardır” sözü gerçekten doğruymuş.
O günün telaşını o adam ile güzel bir yemek eşliğinde sonlandırdık.
Sabah sabah uyandım bir telefona. Kim aradı bilin bakalım? Tabii ki “dostum” aradı… Güzel bir özür, sağlam bir sevgi sözcüğü ve görüşmek istediğini belirtti. Devamı reklamlardan sonra gibi bir söz ile arafta kalsın. Sonrasında herkes sıkıntılı zaten.
Bu konuşmanın sonucuna bakacak olursak; gerçekten bir dostunuz yoktur. Tek dostunuz aileniz, tek arkadaşınız ise elinize almaktan korkmayacağınız bir hayvandır.