Yağmur şehri terk ettiği gibi, dışarıya attı kendini. Toprağın kokusunun boğazına dolandığını hissetti. Yanından geçtiği evlere baktı bir süre. Islanan demir parmaklıkların kokusu, kanın tadını anımsattı.
İki saat önce gri olan kaldırımların koyulaştığı yetmiyor, balçıklaşmışlardı bir de. Beton ve demirden olan kent, yağmur karşısında ezilip büzülmüş gibiydi. Kaldırıma batacağını sanıp daha hızlı yürümeye başladı. Daha da hızlı. Büyük caddeye çıkınca, içindeki his şehri kuşatmıştı.
Gitmesi lazımdı. Nerede olduğunu bilmediği bir yere, kesinlikle gitmesi lazımdı. Koştu. Nemli hava ciğerlerini çürümüş et gibi yumuşatıncaya dek koştu.
Ağlamak istiyor ama nedenini ve neden ağlayamadığını bilmiyordu. Çıkması lazımdı bu şehirden. Yağmur başlayınca durdu. Her yağmur damlası gökten omuzlarına değil, omuzlarından göğe akıyordu sanki. Günahlarının eksildiğini hissetti. Anıları hatrına tutası geldi onları. Uzattı ellerini göğe. Tutamadı.
Günahları gittikçe hafifliyor rüzgara karşı koyamadığından sarsılıyordu. Boğazını yırtan bir çığlıkla sırt üstü düştü. Acıdan gözlerini kapattı.
O yağmur, taşıyamadı günahlarını, kar oldu.