Gün batımıydı Gri şehirde… Buralarda sadece günbatımında görünür griden başka bir renk…
Gökyüzüne safran dökülmüştü. Öyle düşünüyordu kız. Kim bilir belki de hemen hemen her yemeğin yanında verilen pilavı safrana buladıkları içindi. Gri şehrin halkı severdi safranı. Safranlı kuruyemiş, safranlı bisküvi, safranlı et, safranlı dondurma… Kıza göre çıldırmış olmalıydılar… Sonunda dayanamayıp gökyüzüne de bulaştırmıştılar. Öyle değildi elbet. Ama öyle olsun istiyordu kız. Sarıdan nefret ediyordu. Sırf bu yüzden “Sarı laleler” şarkısını da sevmezdi. Adam başka bir renk bulamamış mıydı çiçek pazarından lale alacak?! Beyaz lale, mor lale, kırmızı lale.. Neden sarı? Neyse..
Düşünmesi gereken başka şeyler vardı. Fars edebiyatı hocası bir ödev vermişti. Bir cümle söyleyip gerisini getirmesini istemişti. Bu arada durağa varmış, yerini almıştı. Biraz ötede birkaç genç vardı. Kızın elindeki resim tahtasına bakıyorlardı. “Hayırdır genşler, neye bakıyorsunuz?” diyecekti, diyemedi… zaten oldu olası haz etmezdi bu gelecek zamandan bozma geçmiş zaman kipini. Edebiyatta bu kipe ne denirdi bilmiyordu ama o çoktan bir isim bulmuştu, acizlik kipi! Yapacaktım, edecektim, gidecektim, diyecektim… Sıkıysa de! Bir neyse daha..
“Hiç kimse bana dememişti ki…”
Ne yazılırdı ki bu cümlenin gerisine? Kim ona neyi söylememişti? Yok, yok! Böyle olmayacaktı. Yardım almalıydı. Acı geldi aklına, en yakın arkadaşı. Zamane genşleri kanka der ona, siz anladınız. Acıyı aramalıydı. Durağın biraz ilerisinde bir ankesörlü telefon gördü. Nedendir bilinmez, hep egzotik gelirdi ona ankesörlü telefonlar. Koştu, el çabukluğuyla kartını takıp numaraları çevirdi. Gri şehirde kolay değildi başka diyarlardan birini aramak. Bir ses duydu. Art arda gelen ritmik bir ses.. Kalbini yokladı. Ama kalbi o kadar aşmamıştı daha kendisini… Ses, şebekenin meşgul olma sesinden başka bir şey değildi… İşte acı peyda olmuştu yanında… Herkes kızın aradığına ulaşamadığını düşüne dursun, kız acıyı bulmuştu. Bir çırpıda döküldü kelimeler dudaklarından:
“Hiç kimse bana aşık olmanın, kalbe yapılan bir katliam olduğunu, ve diyetini gözyaşlarımla ödeyeceğimi söylememişti! Yoksa ben bu çocuksu toy yüreğimle bu ateşbazlığa cüret etmezdim! Aşkın şulesine parmak uçlarımla değdim, şimdi bütün tenimle, tüm varlığımla ve de yokluğumla yanıyorum! ““hiç bilmezdim dünyada ateşten daha yakıcı bir şeyin olduğunu. Yandım! Yandım! Ama keşke sadece ateşin yakıcılığı olaydı!””
Acı ve kız yan yana gelir de gözyaşı hiç durur muydu, koşup yetişmişti. Şimdi cümleleri süsleme vaktiydi…
11.04.2014