”Başlar yalnızlık ve gece. Önce denizden.”
Edip CANSEVER
Sandalyesinden ayağa kalktı 16 yaşındaki ihtiyar. Toplumun her çocuktan istediği çabuk büyüme ve olgunlaşma beklentisinden dolayı çocukluğunu yaşayamadan yaşlanmıştı. Ağır adımlarla mutfağa yürüdü. Çay kaynamıştı. Ocağı kapattı, fincana demi bol çayını doldurdu. Derdi çok olunca çayının demi de çok oluyordu. Tekrar ağır adımlarla salona yöneldi. Hayatta hiçbir şey için acele etmemişti büyümek dışında. Dışarıdaki insanların anlamsız koşuşturmacalarına da hiçbir zaman anlam veremiyordu zaten. Onlar sadece hayattan beklentileri için bu koşuşturmacanın içindeydiler. Oysa kendisinin bir an önce büyümesi de insanların beklentisiydi. Büyümüştü işte. Ne kendisinin ne de toplumun eline geçen bir şey yoktu. Zaten insanlar sadece isteklerinin yerine getirilmesiyle ilgileniyordu. Sonucu kimsenin umrunda değildi.
Usulca oturdu camın kenarında sallanan ahşap sandalyesine ve gökyüzünü izlemeye başladı. Yıldızların o gece de yine yerinde olmasına sevindi. Onlar olmayınca gecenin karanlığı içine doluyormuş gibi hissediyordu. İçindeki boşluk, dışarıdaki karanlığın boşluğundan fazlaymış gibi geliyordu. Aheste aheste yudumladı çayını. Düşüncelere daldı. Neden büyümek için bu kadar acele etmişti ki. Oysa her şey çok yakındı sanki. Ayakkabılarının yırtılması, pantolonlarının çimen lekesi olması, dizlerinin yaralanması.. Peki ne zaman büyüdüğünü anlamıştı? Ölmek istemiyordu henüz. Uyku yarı ölüm diye uyumaktan da vazgeçmişti çok zaman önce. Yorgunluğunu ihtiyarlığına yormuş, kabullenmemişti uykusuzluğu. Yaşayacaktı!
Çayı bitince artık zamanın geldiğini hissetti ve ayağa kalktı. Saat kullanmamıştı hiç. Sevmiyordu. Saatin kendisini de diğer insanlar gibi aceleci biri yapacağını düşünmüştü hep. Çok sevdiği hırkalarından birini üzerine giyip kapıya yöneldi. Sandalyesi hala sallanmaya ve gıcırdamaya devam ediyordu. Kapının yanındaki mavi boyayı ve fırçayı aldı. Kapıyı açtı, yavaşça dışarıya çıktı. Gecenin soğuğu tenine nüfuz etti. Soğuk, gerçekti. Hayat kadar gerçek ve sert. Yaşadığını hissetti bir kez daha. Yürümeye başladı. Denize çıkan bir sokakta yaşaması ona dertlerin geçici olduğunu, elbet sonunda huzura kavuşacağını anlatıyordu.
Yeterli olduğunu düşündüğü bir noktaya kadar yürüdükten sonra durdu. Elindekileri usulca yere bıraktı. Uzun uzun denizi seyretti. Sonra derin bir ah çekti ve boyaya uzandı. Yanında gülümsemesiyle gecesini aydınlatacak biri olmadığı için her gece kendisi yapıyordu bu işi. Yavaşça fırçayı boyaya daldırdı ve uzandı gökyüzünü sonsuzluğa boyadı. Yüzü göğün mavisine bulandı. Gök yüzlü çocuk için artık koşma zamanıydı.