Kemal Sunal’ın efsanevi replikleriyle büyüdüm ben. Levent Kırca’nın Olacak o kadar’ı Yonca Evcimik’in Çılgın Bedişi ve daha niceleri öğretti bize hayatı, hayal kurmayı ve sevgiyi. Kendi şahsıma son dönemlerine yetişip kana kana nasibimi aldığım doksanlı yılları ve ikibinlerin unutulmaz zamanlarını çok özlüyorum. Sabahlara kadar oyun oynadığım kimseden korkmadığım zamanları… Şimdi bakkala bile göndermekten korktuğumuz çocuklarımızın, kardeşlerimizin maruz kaldığı bu yüzyıl haddinden fazla endişelendiriyor hepimizi. Memleket meselelerinden arkadaşlık yaptığımız insanlara kadar her şey bir endişe kaynağı oldu bizim için. Mizahını, sevgisini, gülüşünü, ilmek ilmek aklımıza içimize işlediğimiz o gönlü güzel insanların hepsi tek tek ayrıldı aramızdan. Kimi hiç beklenmedik bir zamanda veda bile edemeden gitti aramızdan, kimisi bir gülüşünü bir cümlesini küçük dokunuşlarla bıraktı hayatımıza. Sokaklar boş şimdi gezmeye, sevmeye, dans etmeye vakit ve mecalimiz kalmadı artık. Koca koca binaların, imkanların, muhteşem bir teknolojinin vs devrini yaşayan bizler mi şanslıyız şimdi yoksa bir filmi çekmek için yıllarını harcayan, tarlalarından her sene bir kez olsun hasat alabilmek için bütün senesini harcayan, zorluklar içerisinde yaşayıp her elde ettiği şeyi elmas değerinde heybesinde saklayan eski insanlar mı? 21. yüzyılın İstanbul’unda yaşarken mutsuz olmak için bir çok sebebimiz var ama mutlu olmak için gene o eski değerlerin bize kattıklarına ihtiyacımız var zannımca. Bir gülüşlerinden bir bakışlarından bir replik siyah beyaz bir fotoğraflarından fazlasına gerek yok aslında. Keşke demir atabilseydik o canım zamanlara keşke durdurabilseydik zamanı siyah beyaz bir fotoğrafa gülümserken.
Kemal Sunal’ ın ünlü sözü gibi bu devir ‘Solan aşkımızın mektupları’ geleceğe.