Saat gecenin ikisi ve tavana çakılı gözlerimden akan birkaç damla yaşa inat, yüzümde belli belirsiz bir tebessümle bugünün muhasebesini yapıyorum. Hiç yaşanmamış saymayı istediğim günün gecesinde hala kendimle amansız bir mücadeleye giriştiğimi idrak edecek kadar kendimde olduğumu düşünmüyor olmalıyım ki, şu an sokağa kendimi atıp uzun bir yolculuğa çıkmak, ayaklarımın altı şişene kadar yürümek istiyorum. “İyi de bugün gördüğün manzaranın tekrarlarını sen daha önceleri de görmemiş miydin?” diye soran ve başımın etini yemeğe hazır iç sesimle birlikte gecenin karanlığına karışmaya karar verdik ve üzerime aldığım bir kuru ceketle kendimi hafiften esen rüzgâra, çiseleyen yağmura ve gecenin zifiri karanlığına kendimi bıraktım.
İyi mi yapmıştım? Yoksa kötü mü? Açıkça söylemek gerekirse hiçbir fikrim yoktu. Gecenin bu saatinde nereye gidecektim bilememiştim ve karanlık bir sokağa doğru adımlarımı hızlandırırken beni nelerin beklediğinden habersiz dilime dolanan Barış Manço’nun “Anlıyorsun değil mi” şarkısıyla yürüyordum. Bir süre sonra bana eşlik eden ve sokakların hamisi olduğu her halinden belli olan Tekir ile birlikte bir tempo tutturmuştuk. Yolun sonu nereye varacaktı? Bilmiyordum ama galiba şimdiden kendimi rahatlamış hissediyordum. Birdenbire aklıma gelen o Nazım Hikmet şiiri, “Ne idi sahi o şiirin adı, ‘Şimdi sen de herkes gibisin’ miydi?” diye düşünürken, gecenin koynunda sokakların o buz gibi soğuk kaldırımlarının sıcacık yoldaşlığıyla yürüdüm.
Bir de ne göreyim karşımdan gelen bir çift göz ve bir tek kadanı eksik olan ışık hüzmesi, bu kadar tarif bile yeterli sanırım, ama yine de bir şeyler eksik kalıyor öyle değil mi? Yanına gidip konuşabilir miydim? Ne diyecektim ki? “Merhaba! Ben ilk görüşte size vuruldum mu?” diyecektim. Ne kadar fütursuzca bir davranış olurdu. Kendimi küçük düşürmekle kalmaz bu saatte kim bilir hangi zorluklarla evine ulaşmaya çabalayan ve buraya gelene kadar hangi pis tavır ve söze maruz kalan bir kadına bir de ben korku yaşatabilirdim. Zaten yüzündeki o bıkkınlık ve varacağı yere bir an önce varma isteği her haliyle yüzünün her zerresine yansıyordu. Bir kadın için hele ki, yalnız bir kadın için yaşadığı şehir oldukça acımasız olabiliyordu. Bir süre sonra yanımdan geçerken, belli belirsiz hissettiğim korku ile karışık cesaret, bedeninin her hücresine işlemişti. Belli ki, karşımda yaşama dört elle sarılan bir kadının hikayesi vardı. Eve geldim, olanlara kafa patlatamayacak kadar yorgundum ve yatağa uzanır uzanmaz deliksiz bir uykuya daldım…