..yrettepe* *Gayrettepe* *Gayrettepe* *Gayre..
…süt beyazı ten, yarım çekilmiş eyeliner, zar zor kapanan kısa göz kapakları ve hafifçe ileri çıkmış göz bebekleri…
beyaza çalan grilikteki bu sahte kasvet benim olamaz. bırakın o önlüğü kapıların eşiğine, kundaklanacak kadar tırlatmadım, ciddiyim; ruhu sarsan kasvet, ‘yargılayan’ mavi ile yatmış olmalı. bari tercihleri yatak olsaymış, kartuş ve ofset kokuyor bedenleri; fotokopi makinesinde çoğal(t)mışlar. aklım alıyordu, sorun da buydu. anlayabiliyordum ruhlarını unutma veya satma veya dinlememe sebeplerini.
…espresso rengi deri mont, parliament mavisi bluz, ince bel, ufak göğüsler; çok ufak göğüsler, sayılan kaburgalar, göğüs kafesleri…
canımı sıkan da buydu, olağan bir duruma gelmişti; hayatın döngüsünde dönerken gözlerini kapamak yerine çevreye bakınma hatasını yapıp, mantık bulantısında ruhlarını kusmaları. bu ne biçim kusmuk ulan ! öğürme sesi, ufak parçacıklar; püreleşmiş hayaller, tanecikler halindeki belli belirsiz hisler, sulanmış huzur, can çekişirken atılan çığlıkların ve ağıtların güçlü buharıyla dağılan ağız kokusuna benzeyen surat ekşitici kokular; hiçbirinden eser yok.
…bilekte biten deri kısa bot
saten, pamuk pembesi, bileğinde biten kısımda ince dantelli çorap…
göz bebeklerim irileşiyor, bilinçaltına ufak bi ziyarete şartlandırıyor zihnim. tedirgin olması çok normal; sanayi devriminin tiksinç atıklarıyla istila edilmiş bir okyanusta, nesli tükenen köpekbalığıyla aynı durumdayım. güçlü ol, yırtıcı ol, psikopat ol, 46 raporlu ol, seri katil ol; farketmez ve sökmez. kanımın pastörizasyonunu -acil durum asansörleriyle beynime taşınıp kaynatılması ve o işlemin geri alınması işlemini- saliselere indirgeyen kaos bu yüzden. aptallar ve aptallığı egemenleştirdiler, sorun bu !
..liç* *Haliç* *Haliç* *Haliç* *Haliç* *Haliç* *Hali..
ruhumun keşfettiği diplerde ona eşlik eden sürgün edilmişlerin fısıltıları kulağımın örsünü yalıyor, ardından esen hırıltılı rüzgarlarsa kafamı; beni çağırana dönmeye zorluyor. sakın, sakın bakma bana. kararım kesindir İstanbul, terkediyorum seni. olması gereken kasvetinin, eski Marmara’nın bulutlar altına örtü haline gelmiş maviliğiyle üst üste durduğunda, o sakin olağanlığı geri getireceğini mi düşündün..? benden aldıklarına ek olarak sana pahalılığı, abartılığı, kart limitlerini, fırlatılamayan kravatları, egsoz borularını, kaosları, martıları, takaları, boş bira şişelerini, silikon göğüsleri, gökdelenleri, üç günden fazla kullandığım paslı traş bıçaklarını, viyadükleri, indirim günlerini, tek geçişlik biletleri, çıkmaz sokakları, dikenli telleri, çınarları sökülmüş ormanları, metro duraklarını ve son metrodaki saten çoraplı kadını bırakıyorum.
karşılığında bana ambulans sirenlerini, dökülen sarı yaprakları ve onları döken ağaçları, dolu şarap şişelerini, kalemimi, -yaklaşık 30 dakika düşündü,alacak birşey bulamadı- geri vereceksin.
anlaştık?
…
İstanbul..?
…
ımm, anlaşmışız..
Morbid.