Çekilmez hale getirdiğimiz hayatlarımızda hiçbir şeye tahammülümüz kalmadı. Hiç bir ses, hiç bir görüntü ve hiç bir olaya değil tahammülümüz, bizimle konuşmaya çalışan insanları bir an bile hiç düşünmeden incitebiliyoruz.
Hesabımızda bulunan paramızın miktarı kadar sevgili ve hoşgörülü oluyoruz hem hayatımıza hem de hayatımızdakilere… Bize ait olmayan hayatları yaşayıp başkalarının bize sunduğu mutluluk zarının içinde, verdiklerimizin üçte biri kadar yer edinmeye çalışıyoruz.
Başkalarının ‘hiç yoktan’ sunduğu hayatı kabullenmişiz, kimimizin boynunda bir kravat kimimizde, derin göğüs ya da bacak dekoltesi. Birimizi kravatımızdan, diğerimizi beline kadar uzanan saçlarından yakalamışlar bırakmıyorlar. Hafta sonu yaklaştığında mutlu oluyoruz, mutlu olmamız gereken günleri bile başkalarının belirlemesine izin vermişiz bir kere… Giyeceğimiz kıyafetleri ‘moda’ ile, arkadaşlarımızla oturmak için gideceğimiz kafeleri, yemek yememiz gereken mekanları hatta yaşamımız boyunca gezip görmemiz gereken yerleri bile başkaları belirliyor.
Ödemeyi yaptıktan sonra trend AVM’lerin cici mağazalarından giyiniyor, aynı AVM’lerin çok gereksiz kafe ve restoranlarında evde annemiz yapsa ağzımıza sürmeyeceğimiz yemeklere uçuk bedeller ödeyip birde ‘nasıl ödedim ama?’ fotoğrafı çektirdikten sonra başkalaşmış benliğimize troll bedenler arıyoruz yani paramız kadar olanla anı geçiştirip boş insanlarla boş ve nahoş vakitler geçirmeyi planlıyoruz. Bize iyi gelecek değil, daha iyinin iyisi ultra, herşey dahil tatil köylerinde üç gün daha fazla vakit geçirebilmek için, gerekli olanı değil son moda olduğundan değil sırf almak için ve değerinin karşılığı olmayacak gösterişli bir yaşantı imajı için bir dakika dahi durmak istemediğimiz işyerlerinde saatlerce mesai yapıyoruz.
Çünkü tek başımıza ‘HİÇ’iz. Aslında her birimiz tek başımıza dünyayı tersine çevirebilecek güçteyiz fakat yaratmak istedikleri ‘algı’ oyununa alet olup benliğimizden uzaklaşıyor birer karaktersiz olarak yaşamaya çalışıyoruz da kim farkında? Dedim ya tahammülümüz kalmadı.. Kalbimizle cebimiz arasında iğrenç ve kesintisiz bir bağ kurdular, bırakın paramızın bitmesini azaldığını anladığımız anda çöküntü başlıyor. Sakallarımızı kesmiyoruz o aralar, kimimiz doğala özdeş makyajını yapmaya çalışıp yarıda bırakmış balkona çıkıp çay içmeyi bile gerek görmüyoruz kendimize. Birde bir söz çıkardılar ki ‘herkes ederi kadar’ diye iyice kendimizden soğuyup ‘HİÇ’liğe kapılıyoruz. Paramız kadar sevgi ve hoşgörü anlayışı ediniyoruz, paramız yoksa ‘HİÇ’iz varsa kral biziz. Tek başımıza birini sevebileceğimize bile inanmıyoruz. Son olarak varsa cebimizde bize kalan onu da yol kenarında satılan mendillere bırakıp vicdanımızı rahatlatmaya çalışıyoruz. Ne de güzel demiş Kızılderili; ‘Son ırmak kuruduğunda, son ağaç yok olduğunda, son balık öldüğünde beyaz adam paranın yenmeyen bir şey olduğunu anlayacak.’ Hakikatten de bu böyle olacak. Para yenmiyor arkadaşlar, midemizin ölçüsü belli, çok parası olan insanların kasalarında duran paraları hala aynı çoklukta duruyor! Toplum üzerinde modernleşme ve sosyalleşme adı altında başlatılan tuzağa düşmeyin. Paranın kazanılabilir bir şey olduğunun farkına varalım ve bu bayağılaşmış çirkin oyuna bir son verelim.
Himet Miraç Sağlam