BÖLÜM -3-
Yıldızlara daldı adam, kadına söyleyemediği tüm sözcükleri şuan yıldızlara anlatıyordu.
“ Bence artık gel, kumlara uzanıp yıldızlara isim koyalım piç gibi geliyorlar sen yokken. Yıllar geçti üzerinden ama ben hala o acı kahveyle seni izlediğim zamanları unutamadım. Bir kahveye bile 40 yıl hatır biçmiş insanlar, sence de uzatmadın mı o arayı? Bak önümüz kış koala gibi yapışabiliriz birbirimize üşüdükçe.. Hadi gel gözlerimiz ıslak olsun ama ağlamayalım. Artık film izlemek bile sıkıcı geliyor, beraber izleyebiliriz ya da daha güzel fikrim var. Mutluyken, sinirliyken, heyecanlıyken, üzgünken veya alelade bir konudan bahsederken yüzünde oluşan mimikleri izleyebilirim. Gel ki dünyada bizim diyebileceğimiz mekanlarımız olsun. Şuan bir yerden tekrar geçerken ben buradan geçmiştim diyorum sadece. Sence de çok salakça değil mi? Bence sırf bu yüzden bile gelebilirsin..”
Yıldızlara söylediklerini o kadına söyleyebilmeyi hayal etti, açtı tabakasını bir sigara daha aldı. Geçmişte yapamadığı her şeyin pişmanlığını bu gece yaşayıp bitirmek istiyordu. Zaten her şey zordu, sırtındaki yük bir hayli ağırken beyninin içindeki bu yüklerle daha fazla eziliyordu hayatın altında. Bir anda kalktı uzandığı o sıcak kumun üzerinden, sahil boyunca koşmaya başladı. Bir elinde dakikalardır yanan sigarası, diğer elinde o ucuz ayakkabılarıyla nefes nefese koşmaya devam etti. Kaçıyor muydu yoksa onu bu düşüncelere iten şeye mi yaklaşmaya çalışıyordu? Bunu adamın o uzun maraton koşusunun sonunda öğreneceğiz. Birkaç iskeleyi arkasında bırakana kadar koşmaya devam etti, nerdeyse nefes bile alamayacak haldeydi ama durmadı. Işıklı sokakların, o yalnız bankların olduğu yere yöneldi. Ayakları hala kumdaymışçasına yalınayak koşuyor nasıl göründüğünü önemsemiyordu. Yavaşladı, o uzun uzadı yolda koştuğu kaldırımların birine oturdu. Nefes almaya çalışıyor sessiz sokakların o büyük direklerinin altında kendini git gide daha küçük hissediyordu. Çaresiz fakat geçmişin pişmanlığını barındıran bir adam olduğunu sokaklar dahi anlamış olacak ki tüm ışıklarını kapatmıştı. Şimdi karanlık bir sokakta, soğuk bir kaldırım taşında yıllardırca hoşlandığı kadının çalıştığı kafenin önündeydi.
Sabah olana kadar o kaldırımda oturdu, tabakasındaki tüm sigarasını da bitirmişti.. Saat 06:45’i gösterirken uzun boylu, güzel giyinimli bir adam kafenin kapısına yöneldi ve içeri girebilmek için kapıyı araladı. Adam doğruldu, uykusuz gözlerle kapıya baktı oturduğu yerden kalktı. Üzerini sirkeleyerek yolun karşısına doğru yürüdü. İçeri girdi adamın bulunduğu tezgaha doğru yöneldi. Merhaba dedi naif ve yorgun sesiyle. Ben size birini soracaktım burada çalışan birini, sarı saçlı deniz gözlü bir kadını.. Uzun boylu adam kafasını kaldırdı, baştan aşağıya süzdü. İlk bakışta tüm acizliğiyle sokaklarda yaşayan bir adam gibi göründüyse de konuşması ve diksiyonuyla adamın önyargısını kırmayı başarabilmişti. Merhaba dedi kimden bahsettiğinizi anlamadım diyerek cümlelerine devam etti. Sizin baristanızdı 3 yıl öncesine kadar, otuzlu yaşlarda sarışın güzel bir kadın hatırladınız mı? Diyerek daha detaylı anlatmaya başladı. Uzun boylu adam çıktı tezgahın arkasından ve bir sandalye çekti. Sen kimsin? Sabah sabah neden soruyorsun Sibel’i? Diyerek karşısına oturmasını rica etti. Oturdu ve anlatmaya başladı herşeyi. İşte böyle… uzaktan hoşlandım yıllarca, her hafta onu görebilmek için geldim, saatlerce onu izledim diye de anlatmaya devam etti.. Tüm cümleleri çaresiz bir adamın umuduydu işte. Belki bir numara belki bir adres öğrenebilmek umuduyla aklından geçen her şeyi anlattı. Cümlelerin sonuna gelmeden uzun boylu adam cevap vermişti. Sibel bir gün sessizce çekip gitmişti. Patronu Haftalığını evine kadar götürmüş fakat gittiğinde karşılaştığı ev kapı duvar olmuştu. Eski numarasına da ulaşılamıyordu artık. Patronu komşulara sormuş ve bir kadın İzmir’e taşındığını söylemişti. Şuanda ikisinin de tek bildiği şey 3 yıl önce Sibel’in İzmir’e gitmiş olmasıydı. Teşekkür etti acınası bir sesle ve oturduğu sandalyeden kalkarak kapıya yöneldi..