Huzurlu bir temmuz akşamında başlamıştım irdelemeye.
Saat gece yarısını bulmuş bile. Ve ben masanın başında kahverengi ahşaptan yapılma sandalyemde oturmuş düşünüyorum. Elim kalemime gidiyordu. Duvardaki saatin tıkırtısını hissettim bir an, müthiş bir sessizlik var idi. Gözüm masanın ucunda duran kitaplara dalmış. Anna Karenina, Genç Werther’in Acıları ve bir iki tanede karalama defteri ilişti gözüme. Pencere açıktı, hava sıcak olmasına rağmen hafif bir esinti vuruyordu yüzüme doğru.
Kendimi her şeyden soyutlamış bir şekilde düşündüğümü sanırken farkında olmadan elim masanın en üstünde duran kitaba gidiyor. Rastgele bir sayfa açıyorum, “5 Eylül” başlığı altında yarım sayfalık kısa bir metni okumaya başlıyorum. Kelimeler itinayla seçilip yan yana getirilmiş muhakkak. Ve bir anda tüm dikkatimi tek bir cümlede odaklıyorum.. “Düş gücü ne tanrısal bir bağıştır.” İrkildim. Sahiden “düş gücü.” Evet. Sahip olduğumuz en kudretli yetilerimizden biri kesinlikle.
İnsanlık ilişkilerimizdeki kurduğumuz köprülerin en temel ayağı sanırım düş gücümüz. Başarılarımızı, aşklarımızı, dostluklarımızı… o’na borçluyuz. Hatta mutluluklarımızı ve hayal kırıklıklarımızı da dahil edebilirim. Gece uyumadan önce kurduğum düşlerin hayatıma ne derecede yön verdiğini düşünüyorum. Minnettarım bu güzel olaya. Ve hayranım, gece uyumadan önce kurdukları düşleri gerçekleştirebilen insanlara..
Neyse. Düş gücünüzü daha çok sevin. Ve daima minnettar kalın o’na. Aksi halde paslanmış bir demirden farkınız kalmaz.